Söz gümüşse sükût altın mı?
“Söz gümüşse sükût altındır” deyimini zaman zaman hepimiz kullanırız. Bu deyimi kullanarak, “susmak bazen konuşmaktan daha iyidir” demek isteriz.
Deyimle ilgili çok sayıda hikâyeden biri deyimin doğuşunu şöyle açıklıyor:
Şehrin ileri gelenlerinin katıldığı bir mecliste, katılımcılardan biri konuşmayı uzattıkça uzatıyormuş.
Bilginlere bir soru soruyor, onlar daha ağzını açmadan, sorduğu sorunun cevabını kendisi başlıyormuş anlatmaya.
Bu durum herkesin dikkatini çekmiş.
Bir suskunluk anını denk getirip bilginlerden biri ötekine:
“Siz, öteden beri her şeyin israfından sakınmayı öğütler durursunuz. Kelime israfı konusunda ne buyurursunuz acaba?” diye sormuş.
Öteki bilgin, hafifçe gülümseyerek başını sallamış:
“Evet,” demiş, “söz gümüşse sükût altındır. Onun da israfından sakınmak gerekir.”
…
İfrat ve tefrit hastalığımız, her alanda olduğu gibi, bu deyimi de bağlamından koparıp, konuşmamız gereken yerlerde suskunluğumuza mazeret oluşturuyor.
Gevezelikle istişare ve muhabbet arasındaki dengeyi bir türlü kuramıyoruz.
Suskunluğumuzu faziletli bir davranışa dönüştürüyor, ilerleyen suskunluğumuzla “itaat et rahat et” kültürünü besliyoruz.
Konuşulması gereken yerde susamayız
Konuşulması gereken yerde susmak fazilet değildir.
'Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytan” olmak istemiyorsak gereken her yerde konuşmalıyız.
Konuşmak için birilerinden icazet veya işaret almayı beklemek en hafif tabiriyle sorumsuzluktur.
İyiliği emretmek, kötülükten sakındırmak için konuşmalıyız.
Sadece haksızlığın olduğu ortamlarda değil, bizim görüşümüze, bilgimize ihtiyaç duyulan her ortamda konuşmalıyız. Bilgimizi, deneyimimizi ihtiyacı olanlarla paylaşarak insanlara yardımcı olmalıyız.
Konuşmadan istişare edemeyiz. İstişare kültürünü geliştirmek için konuşmamız gerekir.
Sevgimizi, ilgimizi, takdirimizi göstererek sosyal dayanışmayı geliştirmek için konuşmalıyız.
Konuşulması gereken yerlerde susmak değil, konuşmak fazilettir.
Konuşmak değil tahrik edici konuşmak yanlıştır
Yüce Allah konuşurken “en güzel sözü” (İsra, 53) söylememizi istiyor.
“İletişimde üslup” ve “İletişimde nezaket için birkaç öneri” başlıklı yazılarda üslubun önemine işaret etmiştik.
“Tekrar etmek güzeldir, 180 kere de olsa! (Et-tekrârü ahsen velev kâne yüz seksen)."düsturunca biz de tekrar edelim.
Gönül dilinin tercümanı Yunus Emre, kullandığımız dilin ve üslubun önemini ne güzel anlatmış:
Söz ola bitire savaşı, söz ola kestire başı.
Söz ola zehirli aşı, bal ile yağ ede bir söz.
İnsanın, bir şeyi nasıl söylediği, ne söylediği kadar ehemmiyetlidir. Hatta bazen söyleniş biçimi, söylenenden daha bir ehemmiyet arz eder. Bu yüzden Mecelle'de "Usul, esasa mukaddemdir." hükmü esas alınmıştır. Yani tarz ve usul maksattan önce gelir. Maksat haktır, tarz ise hakkın söylenme makamı ve şeklidir. Yanlış usul; hak gayeyi hakka ulaştırmaz. Hakkın usulü de hak olmalıdır.
Taha Suresi:
"43.İkiniz Firavun'a gidin, çünkü o, azmış bulunuyor. 44.Ona yumuşak söz söyleyin, umulur ki öğüt alıp-düşünür veya içi titrer-korkar."
Bu emir Hz. Musa’nın şahsında hepimize hitap ediyor. Peygamberi ve ona inananları yok etmek isteyen biriyle iletişimde bile yumuşak üslûp kullanmamız emrediliyor.
Hz. Peygamber, Uhud Harbi sırasında kendilerine verilen görev yerlerini terk edenlere karşı sert davranmamıştı.
Ali İmran suresi, 159. Ayetinde bu durum şöyle açıklanıyor:
"…Onlara yumuşak davrandın! Şayet sen kaba, katı yürekli olsaydın, hiç şüphesiz etrafından dağılıp giderlerdi… Onları affet, bağışlanmaları için dua et…"
Konuyu özetleyelim.
Konuşma, istişare, muhabbet ve gevezelik arasındaki dengeyi kurmalıyız.
Konuşulması gereken yerde susmak değil konuşmak fazilettir.
Konuşurken nezaket diline, üslubumuza dikkat etmeliyiz. Sertlikten uzak, yumuşak, yapıcı ve pozitif bir üslup kullanmalıyız.