İnsan unutur edebiyat saklar
Ölünün kollarını düzelttiler ve gömleğini çıkardılar. Bagretsov, memnun bir tavırla ‘iç donu yepyeni dedi’. İç donunu da çıkardılar. Glebov, ölüden aldıkları çamaşır topağını montunun içine sakladı. ‘Üstüne giysen daha iyi’ dedi Bagretsov. Glebov mırıltıyla ‘Yok istemem’ dedi.. Ölüyü tekrar mezara koyup üzerini taşlarla örttüler.
‘Yarın bu iç çamaşırlarını okutacaklar, karşılığında ekmek ve hatta belki biraz tütün bile alacaklardı...’
***
Tırnak içine aldığım bu cümleler, Rus yazar Varlam Şalamov’un Kolıma Öyküleri’nde * yer alıyor.17 yıllık Gulag sürgününde yaşadıklarını olağanüstü gerçeklikle anlatan Şalamov, geride, insan tecrübesinin çarpıcı detaylarını miras bırakıyor. Yalın, doyumsuz ama iç acıtan öyküler boyunca adeta kutsal bir kitaptan dolaylı parçalar okur gibi oluyorsunuz. Kin, öfke, ölüm, yaşama içgüdüsü, açlık, zulüm, kötülük, hile, fedakarlık bir mahşer manzarası çiziyor. İnsanların meslekleri dahil bütün vasıflarının silinip de büyük bir hiçlik çukuruna doldurulduğu Gulag kamplarında, Varlam Şalamov kendisi dahil her ferdi yeniden gözlemledikten sonra,onları bir bir icat ediyor. Dostoyevski’yi çıkaran insan derinliğini bir kez daha görüyorsunuz.
Eksi elli beş derecenin altında tükürüğün havada donduğu bir yerde buz tutan başka şeyler olmaz mıydı? Hikaye kahramanlarından birisi de Pıtaşnikov’du mesela. Hemen herkesin vurdumduymaz olduğu bu yerde, bunun sebebi neydi? ‘Bu ruhsal körleşmeyi çoktan kavramıştı Pıtaşnikov. Havada tükürüğü dona çeviren soğuk, insanların ruhuna kadar nüfuz etmişti. Eğer kemikler donabiliyorsa, beyin de donup körleşebilirdi ruh da.’ Yazarın, iklimi sembolik bir düşünceye çevirdiği, donmayı alabildiğine genişlettiği açıktır. Her tür soğuk dondurur. Soğuk bir rejimin (Stalin, ve türdeş her iktidar) insana uyguladığı bu baskı, peki nasıl sonsuza kadar donmaktan, Sibirya steplerinde kaybolmaktan kurtulacak, insanlığımızın unutulmaz sayfalarında yerini alacaktı? Elbette edebiyatla. Yazar sayesinde. Bu yüzden korkar bütün otoriter rejimler yazardan.
En basit şeylerin olağanüstü önem kazandığı, ölümün kırbacıyla bütün değer ve inançların ezildiği bu yerde, yazar ne yapmalıydı? Bir insan olarak onun yapabileceği bir şey olabilir miydi? Bu saçmalık tünelinden aklını ve bedenini koruyarak çıkmak mümkün müydü? Çakıl taşları gibi insanların ölüm çukuruna yuvarlandıkları bu yer gerçekten var olabilir miydi?
Eğer edebiyat olmasaydı, insan bunu unuturdu. Unutmak isterdi. ‘Herkesin uysalca boyun eğmeyi öğrendiği ve nasıl şaşırıldığını unuttuğu’ bu yer, ölümün yaşamdan hiç de kötü olmadığının anlaşıldığı bu yer...Dahası dün bir doktor, bürokrat, yazarken şimdi kışın buz gibi ayazında pantolonunu ilikleyemediği için hüngür hüngür ağlayanların toplandığı bu yer, geleceğe nasıl aktarılacaktı? Üstelik, insanlar adına bilinen her şey burada bir işe yaramıyordu. Devletin gözünde, ‘fiziksel olarak güçlü bir adam güçsüzden daha ahlaklıydı.’ Gömleklerini ateşten aldıkları kütüklere doğru tutarak içlerindeki bitleri yakan, yeryüzünün mucizevi niteliklerini fare, karga, martı, sincap avlayarak ve etlerinin tadına vararak anlayan bu insanlar….onlar unutulacak mıydı?
***
İntihar bir yol mudur peki. Buna yeltenenler olmuştur elbette. Fakat yazar bunu başaramayacağını anlamıştır. Ona göre, ‘İnsana insan sıfatını kazandıran unsurlar, fiziksel olarak daha güçlü olması, bütün hayvanlardan daha dayanıklı olması ve son olarak da fiziksel varoluş şartlarına uyum sağlamaya zorlamasıdır’. Yağmur adını taşıyan öyküde, yazar, adeta kendi bacağımız o iri kayanın altına tutulmuşçasına ve bir kaç cümle sonra çat diye kırılacakmışcasına etkili aktarır kendi deneyimini. Her şeyi hazırlar, kaya tam bacağının üstüne inecekken mucizevi bir refleksle geri çeker. Hayat bitmemiştir. Yaşama isteği güçlüdür.
‘Ölümün getirdiği emsalsizliği doktorların değil şairlerin araştırdığı dünyada’, Osip Mandelştam da yerini alacaktır elbette. ‘Çirkin bir ağırlıktan bir gün güzellik yaratmayı’ düşleyen şair, ölümsüzlüğe inanan şair, yaşamın evine otoriter bir ev sahibi gibi girdiği şair, ölüyordur. İşte ölmüştür. Varlom Tihonoviç Şalamov onu da öykülerinin arasında yaşatmanın yolunu bulmuştur. Bir kıyamet sahnesini andıran karmaşayla Moskova’ya döndüğünde, insanlığa büyük bir emanet bırakmıştır. İnsan unutmak istiyordur. Buna ihtiyacı vardı. İnsanın unuttuğunu ise, edebiyat hep yaşatacaktır. Bu böyledir. İnsan hep unutur, edebiyat saklar.
*Kolıma Öyküleri. Varlam Şalamov. Jaguar. Çev: Gamze Öksüz