Rus oligarklar: Kısa vade vs. uzun vade!
Rusya-Ukrayna savaşında bir aylık süre geride bıraktı. Sıcak çatışmalar devam ediyor. Her gün bir başka şehirden çatışma haberleri gelmeye devam ediyor. Bir de sıcak çatışmanın ötesinde bir uluslararası ekonomik ve diplomatik savaş devam ediyor. O savaşta başı Amerika Birleşik Devletleri, İngiltere ve AB çekiyor. Batı dünyası koordine bir şekilde Rusya’yı cezalandırmak üzere her gün yeni bir yaptırım kararı alıyor. Bu kararların tüm dünyada uygulanması konusunda da ellerinden geleni yapıyorlar.
Türkiye ise geride kalan bu bir aylık süre içerisinde savaşın her iki tarafı olan ülkelerle de önceden kurduğu ilişkiyi hassas bir dengede götürmeye çalışıyor. Diplomasi trafiğinde de elinden geldiğince konunun barışçıl yöntemlerle çözülmesi için çaba sarf ediyor. Bu çabanın şu ana kadar Batı dünyasında olumlu karşılandığını da görebiliyoruz.
Nitekim Brüksel’de geçtiğimiz hafta gerçekleştirilen zirveye katılan Cumhurbaşkanı Erdoğan da zirvenin Türkiye açısından oldukça olumlu olduğunu ifade ederek Türkiye’ye geri döndü. Dönüş yolunda da savaşın sona erdirilmesi konusunda taraflara çağrı yapmaya devam etti. Çözüm için sıcak savaşa taraf olan her iki ülke lideri ile de görüşmeye devam edeceğini ifade etti.
Ana hatlarıyla nasıl bir politika izliyoruz?
Hükümetin izlediği politikanın bir ayağı NATO üyesi bir ülke olarak Ukrayna’nın toprak bütünlüğünden ve işgalinin yanlış olduğundan hareketle yürütülüyor. Diğer ayağında ise Rusya ile son dönemde geliştirilen iyi ilişkilerin bozulmaması adına tarafsızlığı temel hareket noktası kabul ediyor. Batı tarafından uygulanan birçok yaptırıma da “şimdilik” tercihen taraf olmuyor.
Bu açıdan bakıldığında yukarıda bahsettiğim hassas denge Türkiye için başarılı bir şekilde yürütülmüş görünüyor. Batı ülkeleri de Türkiye’nin Rusya ile kurduğu “ekonomik ilişkileri” belirli bir alan içerisinde devam ettirmesi konusunda şu ana kadar daha anlayışlı bir pozisyon almış gibi görünüyorlar.
Fakat bu pozisyon ne kadar sürdürülebilir emin değilim.
Zira son dönemde hükümet kanadından krizi fırsata çevirme vurgusu daha sık yapılmaya başlandı. Örneğin Rusya’nın zengin iş insanları olan “oligarklara” ilişkin yapılan açıklamalar, mevcut ekonomik ilişkilerin bir adım ötesinde bir hamleye işaret ediyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu, Batı’nın Putin’i köşeye sıkıştırma planının bir parçası olarak yaptırım uyguladığı oligarkların Türkiye’ye servetlerini getirmelerinde, yatırım yapmalarında bir mahsur olmadığına işaret ediyor.
Rus oligarklar için Türkiye bir çıkış olarak görülür mü? Türkiye’ye servetlerini getirirler mi orasını henüz bilmiyoruz. Ancak hükümetin içinden geçtiğimiz ekonomik kriz ortamında böylesi bir yatırımdan memnun olacağını söylemek mümkün.
Son yıllarda artan sıcak para çıkışları ve cari açık nedeniyle TL’nin ciddi değer kaybettiği bir ortamı hep birlikte yaşıyoruz. Bu değer kaybının hepimizin gündelik hayatında yarattığı enflasyon başta olmak üzere olumsuz etkiler de hükümet tarafından kabul edilmiş durumda. Bu olumsuz görünümün seçime doğru gidilen bir ortamda iktidar bloğu için ciddi bir oy kaybına neden olduğu da kamuoyu yoklamalarında görülüyor. Öte yandan önümüzdeki dönemde de artan enerji faturası ve Kur Korumalı Mevduat gibi uygulamaların yarattığı riskler de ortada.
Tam da böyle bir ortamda, servetleri Forbes’a göre 500 milyar doların üzerinde olduğu tahmin edilen Rus oligarkların Türkiye’ye gelmeleri kısa vadede bu sorunların aşılmasında önemli olabilir.
Ancak madalyonun bir de öteki yüzü var!
KRT Televizyonu’nda Salı akşamları yayınlanan “Anlamak İçin” isimli programda da beraber olduğumuz Zeynep Gürcanlı da Dünya Gazetesi’ndeki köşesinde işte tam da bu yüze dikkat çekmiş. Yazıda Türkiye’nin de yakın bir dönemde yaptırımları uygulama konusunda Batı kanadından daha fazla baskı göreceğini yazmış.
Savaşın beklenenden daha uzun süre devam ettiği bir ortamda, bu krizi fırsata çevirme fikri ters de tepebilir. Yani Rus oligarkların Türkiye tercihi bir anda beklenenin tam tersi sonuçlara neden olabilir.
Türkiye’nin zaten bir süredir olumsuz seyreden ABD ve AB bloğu ile ilişkilerindeki sorunlar daha da derinleşebilir.
Kısa vadede seçime doğru gittiğimiz ve ekonomik sıkıntıların bu kadar can yakıcı şekilde hissedildiği bir dönemde belki hükümet adına stratejik bir hamle gibi görünse de uzun vadede çok daha büyük kayıplara neden olabilir.
Bir kez daha hatırlatalım!
Oldukça hassas yürütülen bu süreçte, kısa vadeli seçim stratejileri için Türkiye’nin geçmişten bu yana takip ettiği stratejik hedeflere göre hareket edilmesi uzun vadede çok daha büyük önem taşıyor!