Olmuyor, olmuyor, olmuyor
Merkez Bankası Başkanı Kavcıoğlu geçtiğimiz Perşembe günü enflasyon raporunu açıkladı. Bir kere en can acıtıcı kısmlardan biri enflasyon hedefindeki güncelleme idi. TCMB’nin daha üç ay önce yaptığı enflasyon tahmini yüzde 14,1 iken geçtiğimiz hafta bu oranı yüzde 18,4’e güncelledi.
Üç ayda 4,3 puan tahmin arttırdı.
Bizim TCMB’nin enflasyon tahminindeki sapma dahi birçok ülkenin enflasyon oranından daha yüksek!
Durumun vehametini bu cümle bile yeterince anlatır sanki!
Öte yandan toplantıda Başkan Kavcıoğlu sonunda bir meseleyi kendince açıklığa kavuşturdu. Hepimizin merak ettiği faiz indirim politikasının arka planında meğerse Türkiye’nin hızlı bir şekilde cari açıktan kurtulabilmesi yatıyormuş.
Kendi fikrimi söyleyeyim.
Maalesef Merkez Bankası üzerindeki siyasi baskı sonucu ortaya çıkan başarısızlığı, görece düzelme yaşanan bir alandaki iyileşmeye bağlayarak kapatmaya çalışıyor.
Yani Başkan diyor ki;
“Asıl işimiz olan enflasyonu düşürmeyi başaramadığımız gibi daha da artmasına neden olduk. En azından cari açık azalıyor, ona sevinebiliriz!”
Ama ekonomi zaten öyle bir alalndır. Bir yerleri bozarken siz bir şey yapmasanız da başka alanlar kendiliğinden düzelir zaten. Önemli olan attığınız taşın ürküttüğünüz kuşa yani elde ettiğiniz faydanın maliyete değmesidir. Acaba değdi mi? Değdiyse de gerçekten sorun kalıcı olarak çözülüyor mu?
Kesinlikle hayır!
Neden mi, anlatayım. Önce cari dengeyi, bizdeki ismiyle cari açığı kısaca anlayalım.
Nedir cari açık?
Kabaca bir ülkenin mal ve hizmet ticaretinden kaynaklanan döviz açığı diyebiliriz. Yani bir ülkede mal ve hizmet ithalatı, mal ve hizmet ihracatının üzerine çıkıyorsa o ülkenin cari açığı olur. Bu durumda cari açık veren ülke dışardan döviz bulmalıdır ki ödemelerini yapabilsin.
Türkiye’de cari açığın çok arttığı dönemlerde dünyadaki gelişmeler Türkiye’ye gelen sıcak para ile yani dışarıya borçlanarak bu döviz ihtiyacının karşılanmasını sağlamıştı. Ancak son dört beş yıldır kronikleşen ekonomik meseleler, ortaya çıkan iç siyaset gerginlikleri ve uluslararası ilişkilerdeki gerilimler ile artan risk primi nedeniyle bu açığı finanse edecek büyüklükte bir kaynak girişi olamıyor. Aksine bir de daha önce gelen kaynağın çıkışı söz konusu. Yani mal ve hizmet ticaretinin yarattığı açığın üzerine bir de geçmişte açığın finansmanında kullanılan kaynağın geri dönmesi söz konusu.
Çifte döviz talebi.
Hükümet ve TCMB bu noktada riski düşürerek ülkeden çıkan yabancının döviz talebini düşürmeyi ya da içeri gelen döviz miktarını arttırmayı siyaseten yapamıyor. Siyasetteki ve uluslararası ilişkilerdeki pozisyonları riski düşürecek adımlar atmayı mümkün kılmıyor.
Diğer taraftaki sorunu çözerek kurdaki sıkıntıyı, dolayısıyla da halka yansıyan kısmında enflasyonu frenlemeyi umuyor. Ancak burada uyguladıkları yöntem de çok riskli. Ve beklediklerinin tam tersi sonuç yaratacak gibi görünüyor!
Faizleri indirip özellikle ihracat yapan ya da yapmayı isteyen firmaların finansman maliyetlerini düşürmeyi, böylelikle de ihracat kapasitesini arttırmayı amaçlıyorlar. Ancak bu durum bir kere her şeyden önce ihracatçının düşük fiyat üzerinden artan satışları nedeniyle rehavete kapılmasına neden oluyor. Yani rekabet için gerekli olan mücadeleden uzaklaşıp, fiyat rekabetinin mümkün olduğu düşük teknolojili malları üretmeye devam etmesine neden oluyor. Asıl bize kazandıracak ihracat alanları ise ciddi bir yatırım, istihdam ve teknolojik arka plan istiyor. Bunu geçmişte çok daha uygun zamanlarda başaramayan ihracatçı şimdi sadece faiz indirimiyle nasıl başarabilir?
Sadece ucuz finansman bu dönüşüme yeter mi?
Yetmez!
Ayrıca o fiyat rekabetçiliği başka ülkelerde de ortaya çıktığı gün ne yapacaklar?
Yine iç pazara dönecekler tabii ki!
Hem de yine ithal hammaddeyle üretim yaparak!
Tıpkı geçmişte ucuz finansman döneminde ihracatta katma değere yönelmek yerine içeride bol kazançlı inşaat sektörüne döndükleri gibi.
Hatırlasanıza Türkiye’nin sanayisinin dönüşüm umudu görülen elektronik firmalarının isimlerini plazaların ismi olarak görmedik mi?
Yani bu yapılan uzun vadede cari açığın çözülmesine yönelik bir adım değil! Kısa vadede bir miktar döviz girdisini arttıracak ama bu arada ülkenin kaynaklarının ucuza dışarı satılmasına neden olacak bir uygulama!
Ne pahasına?
Vatandaşın fiyatların altında ezilmesi pahasına!
Kim kazanacak?
Kısa vadede bir miktar ihracatı artan üretici!
Ne pahasına kazanacak?
Bizim çok daha pahalı bir yaşama sahip olmamız pahasına!
Bunun adına da para politikası denecek!
Ne güzel Türkiye ama!
NOT: Dün coşkuyla kutladığımız Cumhuriyet Bayramı hepimiz için kutlu olsun! Çok daha güzel günlerde ulu önder Atatürk’ün çizdiği vizyona uygun bayramlar kutlayabilmek dileklerimle...