Allah’ın mülküne hissedar, rahmet hazinesine ortak mıyız?
Nisâ 4/53. ayette tehekküm (ince alay) üslubuyla Medine Yahudilerine şöyle bir göndermede bulunulur: “Yoksa onlar Allah’ın mülküne hissedar mıdır?! Eğer böyle bir imkân sahibi olsalardı insanlara lütuf ve nimet namına zırnık koklatmazlardı”… İsrâ 17/100. ayette ise Kureyşli müşriklere atfen şöyle buyrulur: “[Ey Peygamber!] De ki onlara: “Rabbimin rahmet (rızık ve nimet) hazineleri elinizde olsaydı, harcamakla tükenir korkusuyla hiç kimseye zırnık koklatmazdınız. Doğrusu [nankör] insan çok hasis, nekestir”… İnsanoğlu çoğu zaman nalıncı keseri gibi hep kendine yontan, yani hemen her zaman kendi çıkarını gözeterek adım atan bir varlık cinsidir. Bu yüzden de çoğu insan hem hasis ve nekestir hem de hunhar, gaddar ve merhametten nasipsizdir. Hatta kimi insanlar Allah’ın lütuf ve rahmetini taksim/tevzi hususunda kendilerini yetki sahibi gibi gördüklerinden olsa gerek bu engin rahmeti başka insanlardan esirgeyecek kadar da ben/biz merkezcidir. Bu vesileyle üzülerek söyleyeyim ki “İlahi Hitabın Tefsiri” adlı eserimin mukaddime kısmının sonunda yer alan “bana, anne-babama, tüm mümin kardeşlerime ve hatta insanlığa hizmet için çalışmış ama bir şekilde hidayetle buluşamamış diğer bütün kullarına da af ve mağfiretinle muamele etmeni niyaz ederim” şeklindeki dua ve niyaz ifadelerime kafayı takacak kadar gaddarlıktan nemalanmış müslüman kardeşlerimizin varlığından haberdar olmak kendi namımıza en yeni müjdedir.
***
İnhisarcı bir yaklaşımla ilahi rahmeti sırf kendi dindaşlarına tahsis etmeyi hassas dindarlık olarak görenlere naçizane tavsiyem, Kelâbâzî ve Gazâlî gibi mutasavvıflarca da nakledilen, “Allah’ın ahlakıyla ahlaklanın” (Allah’ın ahlakını kendinize örnek alın) mealindeki rivayet üzerine düşünüp adamakıllı bir vicdan ve insaf muhasebesi yapmalarıdır. Fakat şundan eminim ki şimdi yine birileri çıkacak, bu rivayette işaret edilen derin mana mesaj üzerine düşünmek yerine katıksız bir Selefî mantıkla ve tam da İbn Teymiyye’nin ifade ettiği tarzda “Allah insan mı ki ahlakı olsun ve O’nun ahlakıyla ahlaklanılsın” gibi demagojik yorumlar yapacaktır. Oysa “Allah’ın ahlakı” kavramını anlamak gayet kolaydır; yani Allah’ın “Rahmân”, “Rahîm”, “Ğafûr”, “Halîm”, “Vedûd”, “Şekûr” olması neyse, ahlakı da odur. Kaldı ki hadislerde “Allahım! Sen affetmeyi seversin, beni affet”; “Allah güzeldir, güzel olanı sever” buyurulur ki ilâhî ahlak en azından bir yönüyle budur; bir diğer yönüyle de şudur: İnsanların çoğu kendilerini yaratan ve sayısız nimetle donatan Allah’a karşı nankörlükte adeta yarışır. Fakat Allah bunca nankörlüğe rağmen lütuf ve keremini insanoğlundan esirgemez.
Tûr 52/28. ayette geçen “Ber” ve “Rahîm” isimlerine yaraşan da budur. Allah’ın “Ber” ismi esmâ-i hüsnâ üzerine yazılan eserlerde “kullarına çokça iyilik ve ihsanda bulunan” anlamında “muhsin” diye açıklanmıştır. Hattâbî gibi bazı âlimler ise “Ber” ismini “kullarına karşı hem çok şefkatli olan hem de da tüm mahlûkatı kapsayacak şekilde lütuf ve ihsanda bulunan” diye açıklamıştır. Kısacası, Allah’ın lütuf, kerem, ihsan, inayet ve rahmeti tüm insanlığı kuşatır. Bu konuda özcü ve inhisarcı yaklaşımlar sergilemenin gaddarlıktan başka bir manası yoktur. İnsanlığa hizmet için çalışıp çabalamış ama bir şekilde hidayetle buluşamamış insanlar için Allah’tan rahmet ve mağfiret dilemek, Bakara 2/62 ve Mâide 5/69. ayetleri anakronistik (zamandışı) tarzda ele alıp “Cennet müminlerin tekelinde değildir” gibi bir sloganla inhisarcı yaklaşımın tam tersi istikamete savrulmakla aynı kapıya çıkmaz ve aynı amacı taşımaz.
***
Biz Allah’ın mülküne hissedar değiliz; dolayısıyla O’nun rahmetini taksim ve tevzi etmek gibi bir hak ve yetkiye de sahip değiliz. Biz ancak O’na dua ve niyazda bulunabiliriz. İman-inkâr konusunda yargılama yetkisi Allah’a aittir; kullarını affedip affetmemek de kuşkusuz Allah’ın bileceği bir iştir. Ayrıca “İlahi rahmet sırf biz müslümanlara tecelli etsin; diğer insanlar bu engin rahmetten hiçbir şekilde nasiplenmesin” demek yerine, “Allah bütün insanları cennete koyarken sadece beni cehenneme soksa, ben buna rıza gösteririm” (Ebû Süleyman ed-Dârânî) diye düşünmeyi engin gönüllü insan kıvamına erme çabasının bir gereği olarak telakki ederiz. Patagonya coğrafyasındaki penguenlerinden guanako sürülerine kadar bütün âlemdeki sayısız canlının rızkını gözetip tüm mahlûkata lütuf ve keremiyle muamele eden Allah hem Rahmân hem Râhîm’dir. O’nun sınırsız merhamet ve mağfiretinin ne şekilde tecelli edeceği hususunda ahkâm kesmek hiçbirimizin haddi değildir. Allah’ın rahmeti konusunda bile nekeslik yapanlara son bir not olarak şunu iletmek isterim ki Batı dünyasında “kapitalizmin peygamberi” diye de anılan, yaklaşık 46 milyar dolarlık servetiyle şu anda dünyanın en zengin adamlarından biri olan Warren Buffett servetinin kahir ekseriyetini Bill ve eşi Melinda Gates tarafından kurulan ve sıtma, açlık gibi küresel sorunları çözmeyi amaçlayan vakfa bağışlayacağını ilan etmiştir. Uzun yıllar boyunca dünyanın en zengin adamı unvanını taşıyan Bill Gates ise 2016 yılında “Kendi çocuklarımıza servet bırakmayacağız; bizim paramız en fakir insanlara yardım etmek için kullanılacak” demiştir. Buffet ve Gates örnekleri, Allah’tan sırf kendileri için rahmet ve merhamet talebinde bulunmayı has müslümanlık zannedenlere umarım bir şeyler söyleyecektir.