Burjuvazi
Bundan seneler öncesiydi... İstanbul’un -sonradan bir terör saldırısına da sahne olacak olan- ünlü bir gece kulübünün önüne tek kapılı bir Porsche yanaşmıştı. Porsche’nin kapısı açıldığında aracın sahibinin inmesi beklenirken, şoför mahallinden makam şoförü indi. Aracın sahibi arka koltukta bir makam arabası havasında oturuyordu. Şoförü kendisine, sağ ön koltuğu öne eğerek kapıyı açıp, yol vermişti.
Parası olan herkes o arabayı satın alabilir ama spor arabada makam şoförü olmayacağını bilmek… O arabaya sahip olmakla, onunla bulunulacak ortamların genel kültürü, görgü ve adabı muaşeret kurallarını bilmek… İşte o, para ile satın alınamaz. Parayı kazanmak başka, onu hazmetmek ve harcamak başkadır.
Yazımıza böyle bir örnekle başladık. Zira Türkiye’de özellikle 1980’lerden sonra ama devlet eliyle ama kendi imkanlarıyla zenginleşen geniş bir zümre oldu. Hiç kuşkusuz Türkiye’nin tek zenginleri bu son kırk yılın, Özal sonrasının zenginleri değiller. Ancak etrafa para saçmada, bunun reklamını yapmada, magazinsel haberlere konu olmada bu son kırk yılın, özellikle son yirmi yılın, yeni zenginlerinin yeri bir başka.
Ancak değinmek istediğimiz nokta şu ki, zengin olmak ile günümüz sokak Türkçesinde hatta basında aynı anlamda kullanılan burjuva kavramı aynı değildir.
Burjuvazi, Fransızca’dan dilimize geçmiş bir kelimedir. Bourg kökeninden türer. Kale burçları anlamındandır. Eski orta çağda şehirliler şehri saran kale surlarının içerisinden otururlardı. Yani kale’de burg’da oturanlar kentli, surların dışındakiler ise köylüler ve serflerdi. Bundan ötürüdür ki Türkçe’de burjuva yerine kentsoylu kelimesi önerilmiştir.
Peki burjuvazinin tarihte ve bugün yaşadığımız toplumdaki yeri, anlamı nedir? Bu kavramın kaynağı olan Avrupa tarihine bakarsak özellikle ticaretle zenginleşmeye başlamış, coğrafi keşiflere ön ayak olmuş, özellikle matbaanın icadından sonra kendini entelektüel ve politik anlamda da geliştirmiş olan orta sınıftır. Zaten bu gelişimi ve zenginleşmesi sayesinde Fransız, Amerikan ve İngiliz devrimlerinin de önünü açmıştır.
Yine bugün batı ülkelerinin ekonomik gücünün altında yatan o müthiş sermaye birikimi de burjuvazinin batıya armağanıdır, kendi uhdesinde kalmak şartı ile…
Aynı şekilde laiklik de yukarıda bahsettiğimiz devrimlerin ve burjuva kültürünün bir sonucudur. Bunun da altında hem finansal gücü kilise ve onun ruhban sınıfı ile paylaşmamak; hem de kilisenin tutuculuğunun aydınlanmanın önünde engel olması yatar.
Bugün baktığımızda Avrupa ve Amerika medeniyetleri, aslında büyük ölçüde burjuva kültürünün ve medeniyetinin sonucudur. Karl Marx, Das Kapital’de burjuvazi için “tarihin en devrimci sınıfıdır, iktidara geldiği her yerde tüm feodal, aristokratik düzenleri yıkıp geçmiştir” diye yazar. Burada hiç kuşkusuz bu sınıfın elinde çok geniş bir özel mülkiyet bulunması ve bunu diğer sınıflarla paylaşmak istememesi de yatar.
Ülkemize gelirsek… Osmanlı’da ticaret büyük ölçüde gayrimüslimlerin elindeydi. Hatta yeniçeri ve üst bürokrasi olan kapıkulu sınıfına ticaret yasaktı bile. Bu, işin finansal kısmı. Aynı şekilde matbaa da bize geç geldi, geldiğinde de batıdaki etkisi ve yaygın kullanımı vuku bulmadı.
Osmanlı’daki 19.yy Mora, Girit ve Balkan isyanlarının bir nedeni de bu gayrimüslim tüccar tebaanın giderek burjuvalaşması ve ulus bilincini Avrupa’ya paralel olarak Müslüman tebaadan önce elde etmesidir.
Durum böyle olunca bizde özellikle Tanzimat’tan sonra devlet eliyle bir burjuva sınıfı yaratma hevesine girişildi. Ama halen bir imparatorluk olduğumuz için bu çok da mümkün olmadı. Zenginleşme ve sermaye birikimi çok sağlanamasa da tercüme odasından çıktığı söylenen bir aydın zümre oluştu. Ve bizce hiç de yabana atılamayacak bir Türk aydınlanması başladı.
Tanzimat ile başlayan, Islahat Fermanı ve Meşrutiyetle giderek hızlanıp radikalleşen ve Cumhuriyet ile taçlanan bir aydınlanma süreci. Tabii ki buna olmazsa olmaz laikliği de ekleyelim.
Ancak bu yüz elli yıllık serüvende bir arıza da oluştu, ki yazının başında verdiğimiz örnek de bunun sonucu. Ülkemizde Avrupa’daki gibi kendi bileğinin hakkı ile gelişmiş, devrimini yapıp ülkesini kurmuş bir burjuva sınıfı oluşamadı. Bizce önce devlet kendi üst bürokrasisini kurdu, ardından da özellikle Cumhuriyet ile beraber devletin, merkezi bürokrasinin zengin ettiği aileler, zümreler meydana geldi.
Dolayısı ile bizde toplumsal değişimler ya batının zorlaması ve baskısı sayesinde ya da darbelerle meydana geldi. O anlamda Türkiye ne bir burjuva devrimi ne de bir burjuva evrimi yaşayamadı.
Devlet eliyle zengin edilmiş ailelerin bazıları bu varlıklarını nesilden nesile aktarabildiler ve belli bir kentsoylu kültürü edindiler. Ancak nasıl gelirse öyle gider misali, çeşitli dönemlerin zenginleri o dönemler geçtikten sonra o zenginliklerini muhafaza edemediler. Bu da hem sermaye hem de kültür birikimini akamete uğrattı. Son bir-iki yıldır sıkça duyduğumuz Türkiye’yi terk eden zenginler furyasına bir de o gözle bakınız.
Elindeki parasal ya da siyasal güçle etrafına, hayata, insanlara saldırmış olan iş adamı, siyasetçi modeli bu eksikliğin sonucudur. Çevre, doğa, doğal kaynak yağması bu birikimsizliğin ürünüdür.
Ama artık çağ değişiyor. Teknoloji, internet ve buna benzer yeniliklerle insanlar her türlü gelişme ve haberden bilgi sahibi oluyor. Akraba kayırmacılığından yolsuzluğa, aile içi şiddetten trafik magandalığına, doğa katliamına kadar, faili kim olursa olsun, insanlar haksızlığa, yanlışa tepkisini gösteriyor.
Bu anlamda sosyal medya muazzam bir araca dönüşmüş durumda.
Bu yeni çağ ülkemizi de kapsayacak ve toplumumuzdaki olumsuzlukların önce ortaya çıkmasına sonra da törpülenmesine katkı sağlayacaktır.
Burjuvazisini tam anlamı ile oluşturamamış Türkiye, o alandaki eksiğini bilgi çağının imkanları ile kapatacağa benziyor. Ben bu anlamda ülkemizin geleceği açısından iyimserim.