Tüketici güven endeksi düşerse ne oluyor?
AK Parti’nin iktidarı devraldığı 2002’de enflasyon yüzde 29’du. Bir önceki yıl -2001-, bilindiği gibi ağır bir ekonomik kriz yaşanmıştı ve o yılın enflasyonu yüzde 68’e kadar yükselmişti. Ekonomik önlemler paketi ve büyük reformlar uygulandıktan sonra, bir yılda enflasyon yarıya kadar düşürüldü ama buna rağmen ve o yıl 3 Kasım’da yapılan seçimde seçmen DSP-ANAP-MHP koalisyonunu iktidardan indirerek yerine AK Parti’yi getirdi. Ekonomide son yıl yaşanan iyileşmeler koalisyon hükümetini ayakta tutmaya yetmedi.
Enflasyon bugün, AK Parti’nin devraldığı rakamın iki katını aşmış, yüzde 70’e ulaşmış durumdadır. Dahası… İyi dilek ve temennilerden gayrı ortada ekonomik önlemler paketi veya reform girişimi olmadığı için artışın devam etmesi güçlü ihtimaldir. Yapılan her -yanlış- hamle ve yüksek kur, yüksek faiz, petrol, elektrik fiyatlarının yüksekliği ile emtia fiyatlarındaki küresel artış, bugünkü enflasyonun da aranacağı sinyallerini vermektedir. Ülke, kur korumalı mevduat kapanına kısılmış ve milli parası dövize endeksli durumdadır. En iddialı alanımız dış ticarette ise, ihracat artmasına rağmen ithalat daha çok artmaktadır ve dış ticaret açığı ilk dört ayda 32.5 milyar dolara ulaşmıştır. Yine iddialı olduğumuz turizmde savaş nedeniyle yaşanması muhtemel gelir kaybı, toplamda cari açığın kontrol altına alınabilme iyimserliğini azaltmaktadır.
Bütün bu tablonun özeti sayılabilecek tüketici güven endeksi ise -2004’den beri açıklanıyor- kaydedilen en düşük seviye olan 67’ye düşmüştür. Bu; halkın zaten enflasyon, işsizlik, yüksek faiz ve yüksek kur olarak yaşadığı ekonomik krizin eko-politik ifadesidir. Tüketici güven endeksi 90’ın altına indiği zaman iktidarların seçim kazanması imkansıza yakındır. Örnek verelim. Davutoğlu’nun başbakanlığı dönemi… AK Parti’nin çoğunluğu kaybettiği 7 Haziran 2015 seçimleri öncesinde endeks 90’ın altındaydı. Aynı yılın 1 Kasım’ında ise yüzde 49.5’le tekrar çoğunluğu kazandığı seçimde ise endeks 95’ti. Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığı seçimini kazandığı 24 Haziran 2018’de de endeks 90.6’ydı.
Meselenin eko-politik kısmı böyle ancak ekonomik kriz o kadar derinleşmiş durumda ki bir yandan acilen seçim gerekse de aynı anda gerçekçi bir ekonomi politikasına geçmek şarttır. Tam olarak ‘kaybedilecek bir günün dahi olmadığı’ zamanları yaşıyoruz. Popülizmin de ‘ben bilirim’ciliğin de zerresine tahammül kalmamıştır. Türkiye’nin yüksek CDS nedeniyle giderek ağırlaşmakta olan borç yükünü de hesaba katınca, tam olarak denklemi değiştirecek bir reform hamlesine ihtiyaç olduğu anlaşılacaktır. Türkiye’nin işini görecek reform ise sadece ekonomide değil, hukuk başta olmak üzere bütün bağlantılı alanlarda zaruridir.
Nasıl bir zaruret hem de? Türkiye, 2021 yılında ‘Hukukun üstünlüğü endeksi’nde 139 ülke arasında 117’nci sıraya gerilemiştir. Aynı yılın ‘Basın özgürlüğü endeksinde’ ise 180 ülke arasında 153’üncü sıradadır. Başka tatsız listeler de var ama yabancı yatırımların eksiye düştüğü bir dönemde, bizi bu açıdan çok ilgilendiren uluslararası Mali Eylem Gücü’nün raporunda kara parada gri listeye düştüğümüzü hatırlatmakla yetinelim. İlk 20 ekonomiden çıkarak 21’inciliğe gerilememiz de içerideki rakamlarla dışarıdaki görünümümüzün kaçınılmaz sonucudur.
Ekonomik krizden çıkış için rasyonel politikalar şarttır ama buna hesap verebilir, şeffaf, denetlenebilir bir idare ile adil ve erişilebilir bir adalet düzeni eşlik etmek zorundadır. Reform ve gerçeklerle yüzleşmek hem Türkiye’nin çok kıymetli vaktinin ve kısıtlı kaynaklarının akıllıca değerlendirilmesinin gereği hem de seçim kazanma hedefi olan iktidar için tek mantıklı politikadır. Seçime kadar olan bir yılı aşkın süreyi iyi değerlendirmek; Türkiye’nin kayıplarını, finansal riskini ve fırsat maliyetini azaltmak için bir fırsattır.