Çürümüş bir şeyler
Daha önce başka bir vesileyle hatırlatmıştım: Hamlet’in ilk perdesinde aralarında sohbet eden nöbetçi askerlerden biri yönetimdeki bozulmayı “Çürümüş bir şeyler var Danimarka devletinde” (Something is rotten in the state of Denmark) diyerek tarif eder. Bu söz İngilizcede deyim olarak kullanılıyor bugün. Devlet makinasında ortaya çıkan problemlerin ciddiyetini anlatmak için tekrarlanıyor tiyatro edebiyatının en meşhur tiratlarından biri.
Çekinmeye gerek yok, biz de bu tiradı ülkemizdeki durumu ifade etmek üzere kullanabiliriz: Çürümüş bir şeyler var Türkiye’de. Çürüyen birçok şey var gerçi ama en önemlisi tuzun çürümesi, Türkçesi tuzun kokması.
Devlet denen kadim kurumun varlık sebebi vatandaşların güvenliğini temin etmektir. Yani insanı insanın şerrinden korumak. Ama insanlar, diğer insanları bırakın, devlet gücünü kullananların şerrinden emin olamıyorsa tuz kokmuş demektir. Et kokarsa tuzlarsın, tuz kokarsa...
Kartalkaya’da yaşanan faciaya bakın… 79 canımız gitti bir otel yangınında. Niye peki? Birilerinin görevlerini yapmaması yüzünden.
Bulundukları makama belirli görevleri yerine getirmek için geldikleri halde neden bunu yapmaya gerek görmemişler acaba? Çünkü onlara da görevleriyle ilgili sorumluluk yükleyen yok. Yasa bu sorumluluğu yüklüyor gerçi ama üstleri onlardan böyle bir şey beklemiyor. Belki başka şeyler bekliyor.
İşin yolsuzlukla, rüşvetle, kayırmacılık ile ilgili kısmını geçiyorum… Çalışmayan, çalıştırılmayan bir devlet makinası var karşımızda… Ehliyet ve liyakat yerine biat ve sadakat ilkeleri doğrultusunda tercih edilip belli yerlere oturtulmuş kişilerden söz ediyoruz. Bulundukları makamlarda inisiyatif kullanamayan, görevlerini yapmak için bile üstlerinden talimat bekleyen yöneticilerden söz ediyoruz…
Vatandaşın güvenliği için, refahı için, huzuru için yapılması gerekeni yapmayanlar siyasi iktidarın hassasiyetlerini gözetip gerektiğinde rutin dışına çıkarak “devlet rolü” oynamaktan ise asla geri durmuyorlar.
Önceki gün bir siyasi partinin genel başkanı Antalya’da yaptığı bir konuşmadan dolayı Ankara’da yemek yediği restorandan alınıp mevcutlu olarak İstanbul’a getirilerek tutuklandı.
Bunun “yol olması” tehlikesine karşı muhalefet partileri ortak bir duruş sergilediler, bu hukuksuzluğu protesto ettiler ama bizim toplumda hukuk hassasiyeti de pek gelişmiş olmadığı için meseleyi “kişiselleştirerek” kamuoyuna sunma oyununa gelenler az değil.
Ümit Özdağ, bilinen kişiliği ve bilhassa agresif siyaset dili yüzünden toplumun genelinde sevmeyeni sevenlerinden epeyce fazla olan bir isim. Öyleyse “Cumhurbaşkanına hakaret” suçlamasıyla göz altına alındığı açıklandıktan sonra “yabancı düşmanlığını körükleyen sosyal medya paylaşımları” dolayısıyla tutuklanması bu yargı sürecine kamuoyu desteği çekebilecek bir husus.
Kim olursa olsun, bir siyasi parti liderinin yaptığı siyasi açıklamalar nedeniyle yargı önüne çıkarılması yanlıştır derseniz, hukuk düzeni siyasetin aracı olmamalı derseniz size ne söyleyecekleri belli: Kışkırtıcı bir şahsı mı savunuyorsun diyeceklerdir.
Benzer bir durum geçmişte eski HDP lideri Selahattin Demirtaş’ın yargılamasında da gördük. Bu şahsın ayrılıkçı siyaset diline hep karşı çıkan, özellikle Kobani ve Hendek olaylarındaki tutumunu en ağır şekilde eleştiren birçok aydın sergilenen hukuksuzluğa itiraz ettiğinde “Bu bölücüyü mü savunuyorsun” diye kınandılar.
Demirden korkan trene binmez diye argo bir deyim var. Kimileri demirden korkmadığı için yanlışlara yanlış deme trenine binebiliyor. Kimileri ise demirden korkuyor, trene binemiyor. Onun için birileri de boyuna demiri gösterip kimilerini korkutarak işlerini yürütmeye çalışıyorlar.
Peki, bu yol gerçekten “yol” mu? Ülkenin yönetim sorumluluğunu üstlenmiş kadrolar meydana çıkan yanlışları ortadan kaldırmak için doğru politikaları arayıp bulmaya mı çalışmalı yoksa bütün suçu dış güçlere, iç mihraklara atarak, yanlışa diyenleri susturarak, yasaları rafa kaldırarak, anayasayı tanımayarak iktidarını sürdürmeye mi çalışmalı? Hangi yol gerçekten “yol”?
Başka bir soruda bu sorunun cevabı var aslında: Muhalifleri susturmak, sindirmek, cezalandırmak hangi iktidarın ömrünü uzattı bugüne kadar?
Bugünkü dünyada örneği azaldı ama geçen yüzyıl boyunca bilhassa bizim gibi ülkelerde siyasetçinin yolu hapishaneden de geçerdi bir şekilde. Tıpkı siyasi tutum sahibi sanatçılar, aydınlar ve gazeteciler gibi.
Ama şu da var: Ne hapis tehdidi ne de hapis cezası siyasetçiyi durduran faktörler değil. Çünkü vakti gelen bir fikir kadar büyük güç yoktur. Nitekim Demirel, Ecevit, Erbakan, Türkeş 12 Eylül hapishanelerinden çıkıp yeniden ülke yönetimine geldiler. Ergenekon sürecinde hapse atılan Vatan Partisi lideri Doğu Perinçek bugünkü iktidarın ortaklarından biri. Hepsinden önemlisi, bizzat Cumhurbaşkanı Erdoğan 28 Şubat döneminde okuduğu bir şiirden dolayı hapse girdi. Çıktıktan kısa süre sonra ise ülkenin başına geldi. 23 yıldır iktidarda…
Şimdi de vakti gelmiş bir fikir varsa ne yapsanız bunu durduramazsınız.