Sandıkta hangi dil kazanır?
Bir seçim ne kadar önemliyse toplumun önüne konulan fikir, proje ve vizyonun da o kadar değerli olmasını beklenir ama bizde böyle olmayacağı belliydi, artık daha da belli. Kampanya başlamadan duyduklarımız ortada, bir de başlasın neler olacak neler. Velhasıl bunlar daha iyi günlerimiz!
Cumhurbaşkanı Erdoğan sert dil kullanmayı seviyor ve tamamı değilse bile kitlesinin en azından bir kısmı da en azından bu dile itiraz etmiyor. Son sözleri de bu kabilden sayılır. “Bunlara öyle bir çakalım ki bir daha bellerini doğrultamasınlar” sözü. Onlarca başka şekilde söylenebilecek bir cümlenin bu kelimelerle ifade edilmesi elbette sorunlu ve hala seçilebilmek için yeterli oya ulaşamadığı görülen bir aday için de faydalı değil. En nihayet bu cümleyle destek talep ettiği kitlelerin kritik kısmı hala kararsız veya Erdoğan’a oy vermeme eğiliminde. Böyle konuştuğu için o kitle “İyi fikir. Ben de destek vereyim” demez. Hatta, Cumhur İttifakı’ndan ve Erdoğan’dan uzaklaşan seçmenin bir gerekçesinin de sertlik ve gerilim olduğu sır değil.
Hal böyleyken böylesi çıkışlar siyaset dilini keskinleştirirken söyleyene fayda sağlamaz. Yine de Erdoğan’ın seçim uzmanı olduğundan bahisle bazıları “Ondan iyi mi bileceksin. Vardır bir bildiği” diyebilir ve haksız da sayılmaz. Bugüne kadar böyle sözlerin bir zararını görmedi nitekim.
Mesele kim ne söylerse ya da ne yaparsa kaç puan alır ya da kaybeder değil. İşin bu kısmı liderlerin bileceği şey. Ayrıca, Erdoğan kadar olmasa da CHP lideri Kılıçdaroğlu’nun bazen kendisinden beklenmeyen “genç işi” çıkışları oluyor. Ya da MHP Lideri Bahçeli de ağır sıfatlar kullanmaktan geri durmayan bir politikacı. Bazen diğerleri de…
Mesele, toplamda siyasetin dilini makul seviyeye getirmek ve liderlerin projeleriyle yarıştığı bir zemin yaratabilmek. Türkiye gibi ağır ve sürekli bir ekonomik krizden geçen, yargıdan eğitime, diplomasiden kurumsallaşmaya kadar ana ünitelerin tamamında ciddi problemleri olan bir ülkeye yaraşan da budur. Değişim ve yenilenmenin yolu da makul bir siyaset dilinden geçer. Yaftalamanın, aşağılamanın, hakaret etmenin ve had bildirmenin gölgesinde hiçbir fikir filizlenmez. Filizlenmedi zaten.
Siyaset kendisini en ağır sıfatları istediği gibi kullanacak kadar önemsememeli… Söz şehvetinin toplumu bıktırdı, usandırdı artık. Yükü taşınmaz hale geldi.
Ayrıca, seviyeyi ve kaliteyi kaybeden bir ülkenin önüne koyduğu hedefler kağıt üzerinde kalmaya mahkumdur. Şu kadar sene sonra dünya liginde gelip gelebildiğimiz nokta da bunu gösteriyor zaten.
Yüksek enflasyon, yüksek faiz, yüksek işsizlik, yüksek hukuksuzluk, yüksek kara para puanı, yüksek basına baskı skoru ortadayken; yani, bir ülkeyi ülke yapan bütün değerlerin beli kırılmışken gerisinin ne anlamı var ki? Kim kime üstünlük sağlarsa sağlasın, ülkeye ne faydası var?
Elbette dilin sertleşmesi bu kötü tabloların eseridir. Onları konuşmak, onlar üzerinde derinleşmek ve alternatif siyasete kulak vermek yerine hepsinin üzerine bir örtü atıp sertlikle yürümek iktidarın işine geliyor. Yanına da bolca dış güç hikayesi, komplo teorisi, dünya bizi kıskanıyor sloganı, karşısına da bu lafların altında kalmak istemeyen muhalefet koyunca oldu sana seçim kampanyası.
Hal de gidişat da o istikamete… Öncekiler gibi, bu seçimin dili için de iyimser olacak bir iz, işaret yok.
Ama aynısı olmak zorunda değil. Türkiye, kavga gürültüyle başlayıp bir kampanya döneminin üreteceği neticeye mahkum değil. Böyle geldi, böyle gitmesi gerekmiyor. Belki bu kez taraflardan birinin söylenene aldırmadan işine odaklanması, ülkenin sorunlarını anlatıp sadece bunların çözümü için dil dökmesi işe yarayabilir. Ve belki gerilimden, öfkeden, sataşmalardan yorulan seçmenin her şeyden önce istediği şey, sükunettir! Bir de bu oylansın bakalım.