Rövanşizmin tek istisnası...
Seçim sürecinde şu ana kadar şahit olduğumuz birçok şey eleştiri konusu olabilir ama hiçbirisi için şaşırtıcı diyemeyiz. Mesela bol vaat var ve tamamı plansız, programsız, fizibiletesiz ve birçoğu da bu yüzden gerçekleştirilebilir değil ama normal. Oluyor böyle şeyler! Biraz daha kontrolden çıkmış ne zararı var?
Ya da gerilim yüksek ama o zaten normal. Çünkü sadece seçim olacağı için değil siyaset her zaman gergindi. “Hain, bölücü, illet, zillet, ihanet” gibi sıfatları yağdırmak için özel bir bahane bile gerekmiyor. Aklına geleni söylüyor, birşey de olmuyor. Hatta, bu dil iktidarın siyasi propagandasının temelini oluşturuyor. Destekçilerinde ve seçmen tabanında da karşılık buluyor. Seçmenin bir kesimi dili ağır bulsa da ses çıkarmıyor, bir kesimi ise bu sıfatları hak ettiğine inandığı muhalefete karşı safları sıklaştırıyor. Hainlere karşı ağır ve gergin dil normal yani!
Dini siyaset malzemesi yapmak da öyle. Zaten yine bir kesim için bu bir parti meselesinden evvel dava meselesidir ve karşıda duran her kimse ya din düşmanı ya da münafık olmalıdır. Öyle değilse bu kutlu davanın karşısına niye geçsin? Bugün de seçimin en güçlü sloganları din üzerinde yükseliyor. İttifaka son anda katılan sol partinin liderinin muhalefete “küffar” diyecek kadar coşması boşuna değildir. Biraz abarttı ama bu da normal!
“Beka tehlikesi”, “vatan elden gidiyor kampanyası”, “dış güçlerle hesaplaşma seçimi” gibi laflar da normal. Bunların olmaması için kimsenin iktidara talip olmaması, daha iyi yönetme iddiası taşımaması, taşısa ada bunu söylememesi ve aslında iktidarın safında yer tutması lazımdır. Vatanın elden gitmesi için herkesin bir olması gerekir; olmayan da tabiatıyla haindir! Hainleri de sandıkta siyasi mevta yapmak lüzumu vardır.
Seçim ekonomisi, sınırsız vaatler, gerilim dili, din eksenli propaganda siyaseti değersizleştirir ve ülkeye kaybettirir. Bu kadarı, bırakın normal bir demokrasiyi Türkiye gibi bağışıklığı olan bir ülke için bile aşırıdır. Atmosferdeki bu yoğunlaşma iktidarın seçimi kazanma kaygısını gösteriyor ama birkaç puan uğruna ülkenin sırtına bindirilen yük çok ağırdır. Taşınamayacak kadar… Birgün gerçekten normalleşirsek, o zamanın politikacıları 2023 yılında böyle şeyler yapılabiliyordu diye sakın bugünleri referans almaya kalkmasın. Yaşamakta olduğumuz şeyin siyasetle, siyaset diliyle ve din ile alakası yoktur.
Ağır ve sürekli bir ekonomik kriz içinde bulunan, hukuk ve yargı düzeni bozulmuş, liyakat ve ehliyeti unutmuş, yolsuzluk ve yozlaşma hali sıradanlaşmış bir ülkenin önündeki sandığın bu seviyeye takılıp kalması hazindir. İktidarın ağır propaganda gücüyle gündemi baskı altına alması, muhalefetin ise nedendir bilinmez gündelik siyasete fazla meyletmesi Türkiye’yi bugünkü tabloya mecbur bırakıyor. “Ekonomide bir sorun yok, herşey yolunda” diyebilme cesaretinin bulunduğu bir tabloya… Enflasyonda, faizde, kurda, işsizlikte dünya listelerinin başlarına demir atmış bir ülkede “sorun yok” diyebilmek mi maharet, bunu dedirtmek mi zaaf, orası da muamma…
Her durumda ise meselemiz, siyasetin siyaseti dışlayan dilinin ülke üzerindeki egemenliğidir. İktidar, sandıktan çıkıp yola devam ederse sadece beş yıllık icraatına onay almış olmayacak bu dili de meşrulaştırma hakkı kazanacak.
Muhalefet kazanacak olursa da herşeyden önce bu sorunlu dile mesai ayırmak zorundadır. Rövanşizm olmamalı ama tek istisnası budur! Sadece siyaseti değil topyekün ülkeyi kuşatan bu dili, bir daha müracaat edilmemek üzere siyasi iklimden tasfiye etmek öncelikli meseledir.