Problem çözememek problemimiz
Aşılamayan ve hatta zaman içinde derinleşen sorunlardan anlaşılan o ki Türkiye temel problemlerinde ilerleme sağlama kabiliyetine sahip değildir. Bir probleme odaklanmak, bütün yönleriyle yüzleşmek ve siyasi kaygılardan arınarak çözümü hedeflemek mümkün olamıyor. Temel problemlerde bile sıra çözüme geldiğinde taraflar gündelik, aktüel konularda olduğu gibi, hızla ayrışma pozisyonu almaya meylediyor.
Bitmek tükenmeyen paylaşım problemimizden kaynaklanıyor olacak, kimse çözümün sonunda oluşacak ortak faydayı hedeflemek erdemini gösteremiyor. Taşların yerinden oynayacağı ilk anın endişesiyle, bunu kendi adına kayıp olarak görmeyi ve çözümden uzak durmayı tercih ediyor.
Mesela, ekonomi, sanayi, teknoloji gibi ana sektörlerde geri kalmak; bu alanlarda üretimi güçlendirmek, rekabetçi olmak ve geleceğe dair bir planla yürümekte yetersiz olduğumuz açıktır. Bütün kesimler, bütün siyasi kamplar, iktidarlar, muhalefetler aynı şeyi söylüyor olmasına rağmen bu sektörlerde ayağa kalkmadık. Ben diyeyim 100, siz deyin 200 yıldır kalkamadık. Uzağa gitmeyelim, fırsatlarla dolu son 20 yıl da böyle geçti. Hedefe odaklanan herhangi bir ülke 20 yılda kalkınabilir ve buna kimse mani olamazdı ama bunu başaramadık. Çünkü hedefe odaklanmadık.
Yargı ve genel olarak hukuk sistemimiz ekonomiden daha da geridir. Hiçbir ülkenin kendisini bu kadar zayıf bırakması kabul edilemez ama bunu umursamadık. Yargıyı siyasallaştırmakla kalmayıp her türlü baskı ve menfaat grubu karşısında savunmasız bıraktık. Güvenilmez hale gelen yargı sistemi ülkenin bütün ekonomik ve siyasi hedeflerinin önünde engel haline geldi. Demokrasiyi yaraladı ve en nihayet devasa bir temel problem haline geldi.
Eğitim daha kötü… İnsan kaynağıyla bu kadar övünüp onu bu kadar donanımsız bırakan bir ülke olmak, hem anlaşılır değil hem de kabul edilebilir. Sıfırdan üniversiteye kadar sistem ülkenin dünyayla rekabetine uygun genç yetiştiremiyor. Bunu geçtik, aynı gençler hayata atıldıktan sonra ebeveynlerinden miras kalan siyasi kutuplaşmanın tarafı olmaktan da kurtulamıyor. Eğitim sistemimiz hiç olmazsa toplumsal gelişime uygun, müşterek değerlere saygılı bir nesil yetiştirebilirdi, bu da olamıyor.
Temel meselelerimiz çoktur. Türkiye, inşaattan iyi anlayan bir iktidar tarafından idare edilmesine rağmen depreme karşı en büyük kayıpları veren ülkedir. Deprem kuşağında olan ve kitlesel ölümlerle sonuçlanan birçok deprem yaşamasına rağmen; depreme dayanıksız binaları da onaylayan 8 imar affı ilan etmiş bir ülke burası. Bir mesele daha ne kadar derin ve çözümsüz olabilir? Peki, sonu mutlak ölüm olan bir problemi böylesine savsaklayan bir ülkenin hangi konuda hep birlikte elini tayın altına koyması beklenebilir?
“Problem çözememek problemimiz”in iki ana sebebi vardır.
Birinci sebep, kabul edelim toplumsal olarak böyle bir kabiliyete sahip değiliz. Kabiliyetimiz olsaydı ikinci sebep veya başka bir gerekçe çözüme mani olamazdı.
İkinci sebep ise siyasal sistemimiz ve buna bağlı siyasal liderliğin eksikliğidir. Geçmişte suçlu parlamenter sistemdi. Bu gerekçeyle; yani temel sorunlar çözülemiyor diye başkanlık sistemine geçtik ama sorunlar azalmadı arttı, derinleşti ve hatta çeşitlendi. Dahası, eskiden iyi kötü konuşulan ve üzerinde kafa yorulan bütün meseleler şimdi zaten yetki tek kişide toplandığı için konuşulmaz hale geldi. Sistemin doğal koalisyon yapısı nedeniyle Cumhurbaşkanı birbirine hiç benzemez 7 partinin ittifakıyla seçilebildi.
Bu da onu ciddi ve acil meselelerde tamamen eylemsizliğe mecbur etti. Başkanlık sistemini her günü aslında sonraki seçimin kampanya dönemi olduğu için, temel problemlere el atmak şöyle dursun bahsi bile açılamaz oldu. En acil meselemiz olan ekonomik krizden çıkış için bile onlarca hamle gerekirken ve elbette öncelikle yargı sisteminde onarım zarureti varken, hiçbirine değinilmeden sadece faiz enstrümanına mecbur kalması bundandır.
Temel meselelerimizi çözemesek de sebebini bilelim. Belki bir gün çözümsüzlükten yorulur, o dosyaların kapağını açarız.