Ne yap yap adını oraya yazdırma!
Sandık yaklaştıkça endişe, kaygı ve gerilim artıyor. Tabiatı gereği böyle duygular daha ziyade kaybedeceği çok şey olanlarda, yani iktidar kesiminde olur. Nitekim bu duygu hali sözlere, eylemlere ve genel olarak kampanyalara yansıyor. Muhalefet de kaygılı ve meraklı elbette. 21 yılın ardından bir iktidar umudu ve ihtimali hiç olmadığı kadar yakın görünüyor. Güçlü bir kadro oluşturuldu ve Türkiye’nin özellikle son beş yılında olup bitenler; yani kötü yönetimin yansımaları muhalefete iktidar kapısını aralamış bulunuyor. O kesimde de heyecan büyük.
İki pazartesi sonra bu sabah, kaybetme kaygısı mı kazanma umudu mu ipi göğüsleyecek göreceğiz. Beş yıldır merakla beklenen sorunun cevabı belli olacak. Ama son iki haftaya girerken hiçbir zaman görmek istemediğimiz şeyler var ve ne yazık ki bunu çok sık görmeye başladık. Millet iradesine yönelik güvensizlik, saygısızlık, yaftalama, hakaret ve küçümseme… Eğer iktidar kaybedecek olursa 14 Mayıs’ın bir darbe sayılacağı, küffara ve işgal kuvvetlerine karşı bir gün olduğu ve en nihayet, şampanyayla seccadenin seçimi olduğu gibi utanılacak sözler duyuluyor. Öncesinde neler duyulmadı, derseniz o da başka bahis.
Niye “utanılacak” sözler? Çünkü, bu ülkenin demokrasisi böyle sözleri duymayı ve böyle sözlerle anılmayı asla hak etmiyor. Darbeler yaşamış, kanıyla canıyla bedel ödemiş bir ülkenin demokrasisidir bu. Vesayeti, siyaset mühendisliğini ve hukuku kullanarak siyaseti idare etme geleneğini tasfiye etme yolunda mesafe kat etmiş bir demokrasi. Sandık kurmaya, seçim yapmaya ve seçim yoluyla iktidar belirlemeye alışkın bir demokrasi. Sonucu beğenirsiniz beğenmezsiniz seçmenin akılla, mantıkla ve sağduyuyla oy verdiği demokrasi burası. Seni seçerken millet iradesi, başkasını seçerken darbe olmaz, seni seçen seçim temiz, başkasını seçen hileli olmaz. Sen seçilince tamam, başkası seçilince bir daha oylayalım da olmaz. Direnirsen milletin cevabı daha ağır olur.
Millet iradesi, yani seçme hakkı, yani ülkenin kaderini tayin etme yetkisi bir demokrasinin birinci şartıdır. Bu iradeye, bu hakka ve bu tayin yetkisine laf etmek, o safa düşmek; bilhassa seçimle didişen adam olmak bir demokraside düşülebilecek en kötü durumdur. Daha beteri olmaz… Soylu, Yıldırım, Bozdağ, Aksakal ve diğerleri… Lafları laf değil, yolları da yol.
Siyasetçinin adıyla anılacak özensiz ve çirkin laflardan uzak durması şarttır. Kimse, “Bazı sözler söylenir. Seçim geçer unutulur” zannetmesin. Demokrasiye ve miller iradesine söylenenler unutulmuyor. Seçimi kazanmak için malzeme edilmeyecek bir şey varsa o da milletin oyunu yaftalamaktır. Tecrübeyle sabit ki bunun sonu hayal kırıklığıdır. Seçimi kazanmak değerli bir şeydir elbette ama ne pahasına olursa olsun değil. En dokunulmaz değerleri örseleyerek, demokrasinin kalbini kırarak hiç değil.
Millet bazen küçük vaatlere, bazen büyük vizyonlara, bazen ikisine birden bazen de sadece kimliğine, fikrine ve inancına göre oy verir. Seçmen ne makarnacıdır ne de içkicidir. Ne göbeğini kaşıyan adamdır ne de zillettir. Yaftalanmayı da yaftalayanı da sevmez. Siyasetçi anlatır, vaat eder, hedef koyar, söz verir kararı sandığa bırakır. Seçmen de ölçer biçer düşünür öyle tercih eder. Siyasetçinin vazifesi o tercihe layık olmak ve seçilen olmayı hak etmektir. Sonra da neticeye saygı duymaktır. İşler yolunda giderken de aksi durumda da…