Haksız tedirginlik ve hak edilmemiş üstünlük
Neresinden bakarsak bakalım, Türkiye’nin siyasal iklimi sahip olduğu tecrübeye yaraşır seviyede değildir. Hatta, bu seviyenin hak ettiğinin çok altında seyreden, gergin, ayrıştırıcı ve düşmanlık üreten bir seyir izlemektedir. Biraz daha ileri gidelim… İçinde bulunduğumuz durum tam anlamıyla siyasetin varlığına dahi işaret etmemektedir. Merkezden en aşağıya kadar sert bir dilin hakimiyeti bulunmaktadır ve böyle bir ortamda siyasetten söz etmek zordur. Particilik veya ideolojik gerilim de asla siyasetin varlığına delalet etmemektedir.
Beraberinde seçim gibi demokrasinin en önemli ve ilk şartının ifası bile epeyidir sadece iktidar veya muhalefetin tahkimatı için fonksiyon icra etmektedir. Seçim süreçleri ülkenin önüne bir hedef koyan ve toplumu siyasetle pozitif bir ilişkiye sevkeden fonksiyonunu kaybediyor. Daha fazla gerilim, daha fazla çatışma dili ve kaçınılmaz olarak daha yaygın bir ayrışma yaşanıyor.
Sisteme, birlikte yaşama prensibine ve elbette ülkeye aidiyetin aracı olan sandık, asgari bir adalet ve eşit vatandaşlık duygusunun da göstergesidir. Sair zamanlarda her türlü şikayet ve memnuniyetsizliğe rağmen, sandığa gitmek herkesi eşitleyen bir imkanı ifade eder. Sonuçta kazanan ya da kaybeden safta olmak bile bu duyguyu rendice etmez. Ne var ki, seçmenin yaftalandığı, oy tercihlerinin sorgulandığı ve belli belirsiz baskıyla rahatsız edildiği bir süreç kazananı da kaybedeni de bu duygu dünyasından uzaklaştırır.
***
Türkiye siyasal sistemi bu demoralize hattan acilen kurtulmak zorundadır. Seçimi kimin kazandığından bağımsız olarak, ileri düzeyde bir sosyal gerilim atmosferi oluşursa bu tablonun gerçekte kazananı olamaz. Aslolan, herkesin kendisini iyi hissetmesi, yüzünün gülmesi ve sisteme bütün kurumlarıyla itimat etmesidir.
Siyasetin; iktidarıyla, muhalefetiyle hatta medyasıyla, sivil toplumuyla, sokağıyla, kahvesiyle vazifesi budur. Bu vazife ifa edilemiyorsa siyaset işlevini yitiriyor ve ayrışmanın aracı haline geliyor demektir. Bugünkü tablonun bundan farklı olduğu da söylenemez.
Makul, toleranslı ve empatiyi hiçbir surette ihmal etmeyen bir yaklaşıma ihtiyaç vardır. Bunun için de yakın zamana kadar sadece marjinal blokta ifade edilebilen kavramların ve cümlelerin merkeze taşınmasına mani olmak gerekiyor. Siyasi mücadelenin ‘ihanet ve vatanperverlik çıkmazı’ndan kurtulması birinci meseledir. Kimse fikirleri ve siyasi tercihleri nedeniyle hain olamayacağı gibi kimse de hamesette mahir olduğu için bir başkasından daha vatanperver olamaz. Unutulmamalı ki iyi ya da kötü sıfatla yaftalanan herkes neticede bu ülkede birlikte yaşamaktadır. Yaşamaya da devam edecektir. Tedirginlikler veya hak edilmemiş üstünlük payeleri neticede huzursuzluk ve umutsuzluktan başka sonuç doğurmayacaktır. Bunun da ne demokrasiye ne ülkeye ne de bekaya faydası olacaktır.
Seçime kalan bir aydan kısa süre dahil bundan sonraki her demokratik fırsatı siyaset üretmeye; yani, ortak iyi ve ortak huzur adına çabaya hasredersek belediyeleri kimin kazandığı zannedildiği kadar önemli olmayacaktır. Çünkü, önemli olan kazananın da kaybedenin de kendisini iyi hissetmesidir.
Böylelikle, tarihi tecrübenin bu topluma layık gördüğü siyasal seviyeye de çok ara vermeden dönmüş oluruz.