28 Şubat devletin nasıl olmaması gerektiğinin resmidir
Toplumun tercihine, inancına, fikrine, yaşama biçimine, geleneğine ve hayata bakışına karışmak bir ülkeye yapılabilecek en büyük haksızlıktır. İnsanlara nasıl ve ne şekilde olmaları gerektiğini dayatmak; yani hayatlarına ilişkin normlar koymak devletlerin görevi değildir. Böyle bir yetkileri yoktur. “Makbul vatandaş” diye bir kavramı akıldan geçirmek dahi sözkonusu olamaz. Kılık kıyafetiyle, düşüncesiyle, başkalarıyla olan ilişkilerini sınırlamak gibi bir tarif ve tanım düşünülemez. Bir kalıp tayin ederek, kalıba girmeyenlerin eğitim, istihdam ve özgürce yaşama hakkını sınırlamak ve gaspetmek despotluktur.
* * *
Bugün yıldönümünü anma ve anlama ihtiyacımız olan “28 Şubat süreci” böyle bir toplum ve devlet tasavvurunun acınası bir teşebbüsüydü… Uğursuz ve karanlık günlerdi. Asker-sivil bürokrasi eliyle tayin edilen normlara uymayan vatandaşların, başörtülü kadınların ve dindar erkeklerin ağır baskı altına alındığı zamanlardı. 28 Şubat, siyasi partilerin kapatıldığı, dernek ve vakıfların kapasına kilit vurulduğu ve dindar kimlik taşıyanların hayatlarının cehenneme çevrildiği dönemin adıdır. Bir dönemin adı olmaktan öte, ötekileştirici, dayatmacı ve ayrımcı zihniyetin sembolüdür.
28 Şubat, bir devletin nasıl olmaması gerektiğinin acı bir örneğidir.
Devlet, elindeki gücü kullanarak “tek tip” vatandaş yaratamaz. “Tek tip”e uymadığını düşündüğü vatandaşı dışlayamaz ve asla bir hayat normu tayin edemez. Buna bağlı olarak insanları temel haklarından mahrum bırakmak gibi bir imtiyaza sahip olamaz. Devlet aynı zamanda hangi siyasetin, hangi fikrin daha faydalı hangisinin daha zararlı olduğunu da belirleyemez. Sahip olmadığı böyle bir yetkiyi kullanarak siyasetin bir kısmına imkan tanırken diğerini yasaklayamaz veya üzerinde baskı kuramaz. Onayladığına yol açıp, onaylamadığına hain diyemez.
Böyle bir yaklaşım devletin hakkı olmadığı gibi toplumların tabiatına da aykırıdır. 28 Şubat bütün başka gerekçelerin yanına bu gayrı tabii hal nedeniyle de devam edemedi. Askerin ve bütün müttefiklerinin sarsılmaz görünen kudretine rağmen muvaffak olamadı.
Ne var ki geride büyük acılarla birlikte telafisi imkansız hasarlar bıraktı. Türkiye bu zihniyet sapmasının sancılarıyla baş etmekte zorlandı. Zaten yaralı belleklerin üzerine bir dizi başka kötü ve tatsız hatıra eklendi. Özellikle, o dönem hayata atılmaya hazırlanan başörtülü genç kızların yaşadığı travma yılar geçse de edilemeyecek kadar derin ve sarsıcı oldu.
Bugün… Sağcı solcu, dindar laik, Türk, Kürt ve bütün farklı kimliklerin 28 Şubat’tan anlaması gereken ilk şey, devlet eliyle dayatılan bütün tanımlayıcı ve sınırlayıcı kalıpların imkansızlığıdır. Bir kesimi makbul kılarken bir kesimi ötekileştiren yaklaşımın sürdürülemez olduğudur.
Bin yıl sürmeyi hak eden 28 Şubat değil, o karanlıkta dayatılan fikirlerin tam zıddıdır.