Zaruri bir cevap yerine
Son yazılarımdan dolayı eski bir arkadaşım epeyce gürültü koparmış. Bir dostum da –sağ olsun- bu eleştirileri bana iletti. Arkadaşlığımız öğrencilik günlerimize uzanan bu zatla biraz sert atıştık; sonra da eteğimizdeki taşları döküp sulhu sükûn sağladık, öyle de olmaydı; yoksa eleştirdiğim eski yıkıcı üslûp sahiplerinden ne farkımız kalırdı? Karar’daki yazılarımın altına düşülen birkaç eleştiri de oldu. Fakat şükranla belirteyim ki, bu eleştiriler gayet seviyeli idi; diğeri gibi “kokona” benzetmeli, “laiklik, milliyetçilik, Kemalizm, tarihselcilik, İslam tahribatı” suçlamalı; “Hz. Ömer, Ashab, Mâlikî, Şâfiî ve Eş’arî düşüncesi düşmanlığı” gibi bazısı çok ağır ama hepsi içi boş isnatlar gibi değildi. Tabii ki seviyeli eleştiriler olacak. Yazdıklarımı takdir eden-etmeyen bütün dostlara teşekkür ediyorum.
Yukarıdaki isnatların sahibine yazdığım bir cevabı siz okuyucularımla da paylaşmanın, meselelerimize yeni ve doğru bir bakış getirmemize katkı sağlayacağını ümit ediyorum:
“Selamün aleyküm …, afiyettesiniz inşaallah...
… Derdim ulemaya dil uzatmak değil. Ama İslam âleminin bugünkü hâlü pürmelalini siz benden çok daha iyi biliyorsunuz. Bu hal yeni de değil, yüzlerce seneden geliyor. Zamanımızda Müslümanların el kapılarında aşağılandıklarını, denizde boğulduklarını, ülkelerinde birbirini öldürdüklerini, bir dilim ekmek için, biraz da adam yerine konmak için Hıristiyanlardan merhamet dilendiklerini… gördükçe ıstırap duyuyorum. Eminim ki siz de aynı acıları yaşıyorsunuz.
Fakat onları bu hallere hangi zihniyet düşürdü? Asırlarca sözde din kisvesi altında sen-ben kavgası yapan-yaptıran ulemamız değil mi? Herkesin sustuğu yerde ben bunları yazıyorum ve “Başımızı avuçlarımızın arasına alıp, artık bu Selef kutsayıcılığı ve dokunulmazlığıyla yanlışların üzerine şal çekmeyelim; bu dini artık ümmete zahmet değil -hakikatte olduğu gibi- rahmet olarak anlatalım” diyorum. Bunun neresi yanlış? Bunun, -sizin tabirinizle- “laik, Kemalist, tarihselci” olmak veya olmamakla; “Sahabe düşmanlığı, Şafilik, Eş'arilik, Malikilik düşmanlığı” ile ne alakası var!
“Hikmet müminin yitiğidir...” Selef-i sâlihîn’den de hayatımıza zenginlik katacak bilgiler var elimizde. Onlardan yararlanalım. Ama ilâhî yasa (Sünneti İlâhiyye) gereğince biz bugünde yaşıyoruz, dünde değil. O zaman az çok dinî bilgi sahipleri olarak bugüne dair söyleyecek sözümüz olmalıydı ama olmadı; hep dünden konuştuk. Onun için de bilişim-iletişim çağının insanları bizi dinlemiyorlar artık. Siz ne kadar inkâr etseniz de gerçek bu. Ve biz değil, gerçek kendini kabul ettiriyor...”
***
Hatırlarsanız, her üç yazımda da tarihte Mutezile, Ehl-i re’y, Kelamcılar, Ebû Hanîfe ve Hanefî ulemasına yöneltilmiş olan eleştirileri değil; Ehl-i hadis’in bazı etkili temsilcilerinin “Selef ve Sünnet düşmanı, kâfir, müşrik, bid’tçi, sapkın” gibi kayaklara geçmiş, bugüne kadar etkileri süren nefret ve şiddet içerikli sözlerinden örnekler verdim. Onu da eski defterleri karıştırmak için yapmadığımı yazdım, yazıyorum. Keşke eskiler eskide kalsaydı! Ama asırlardır süren bu husumet dili Müslümanlar arasında din üzerinden bir nefret kültürü; akıl, bilime karşı en azından bir ilgisizlik kültürü ve sonuçta geri kalmışlık gibi ağır sorunlar üretti ve halen de üretiyor.
Bir ara internetten okumuştum; UNICEF Orta Doğu ve Kuzey Afrika Bölge direktörünün Yemen ziyaretinin ardından yaptığı bir açıklaması vardı: “Yemen’de milyonlarca çocuğun yaşam koşulları utanç verici durumda. 21. yüzyılda bu karanlık gerçeklerin yaşanması için hiçbir bahane yok…” diye başlamıştı adam sözlerine. Çocuğuyla, yaşlısıyla, kadınıyla Yemen halkına yıllardır bitmeyen bu acıyı yaşatan iki “Müslüman” devlettir ve ikisi de “şeriat devleti”dir. Ama ikisinin de kültürel zihninde tekfirci zihniyetin serpintileri var. Asıl sebep bu. Sebep zannettiğimiz diğerleri sonuçlardır.
Elbette onur verici bir kültürel mirasımızın yanında, bir de bizi birbirimize düşüren veya “kaderine razı olacaksın” diyen, elimizi kolumuzu bağlayan, bizi çaresiz bırakan; hür düşünceden, eleştiri ve hoşgörüden, akıl ve bilimden soğutan bir kültürümüz var. O kültürü Ebû Hanife’ye, felâsifeye kâfir diyenler üretmediyse başka kim üretti? Herhalde bu kültürü, yüzyıllarca birbirinin kanını akıtan, silahlı baskınlar yapıp birbirinin malını yağmalayan, kadınını kızını çöle kaldıran kabilelerin mensuplarını –Kur’an’ın tabiriyle- birbirine kardeş yapan (muâhât) İslam üretmedi.