Suçlu kim?

İslam’ın ilk yüzyılının sonlarından itibaren bir yandan devlet himayesinde antik kültürden yapılan çevirilerin beslediği felsefî ve deneysel bilimler gelişti; diğer yandan dinî ve hukuki meselelerle dinî görünümlü siyasal ihtilaflar hadis ve tefsir ilimlerinin, akaid konularında kelâm ilminin, amelî konularda fıkıh/hukuk ilminin doğmasına vesile oldu. Zamanla kelâm ve fıkıhtaki görüş ayrılıklarının kümeleşmesiyle mezhepler teşekkül etti. Siyasi kavgalardan ve dünya tutkularından huzursuzluk duyanların başlattığı zühd hareketi, hicri 3. yy. başlarından itibaren dış kültürlerin de katkısıyla tasavvuf adını alarak kurumlaştı. Kelâmın fazla zihinsel, fıkhın da fazla şekilci bir yapıya kayması yüzünden ortada kalan ahlak alanını, protest bir hareket olarak doğan tasavvuf doldurdu.

Temelini Gazâlî’nin attığı, Fahreddin er-Râzî’nin eklektik “felsefî kelâm”ı ve İbn Arabî’nin tasavvuf felsefesiyle birleşip gelenekleşen bu entelektüel yapılanmanın bütün İslâm tarihi ve toplumlarıyla birlikte Osmanlı’yı da etkileyen sonuçları oldu.

***

Bahsedilen geleneğin en güçlü otoritesi olan Gazâlî’nin mutlak felsefe karşıtı olduğu ileri sürülerek onun, çok yönlü Osmanlı gerilemesinde büyük etkisinin bulunduğu şeklinde yaygın bir kabul vardır. Kanaatimce Osmanlı’daki gerilemenin asıl sebebi Gazâlî fikriyatı değildir. Batı’da Malebranche’ın benimsediği vesileciliğe (occasionalism) karşı Leibniz –yine teolojik gerekçeyle- doğal sebep-sonuç ilişkisinin zorunluluğunu savunmuştu. Bundan yüzyıllar önce İbn Rüşd de Gazâlî’nin vesileci düşüncesini bilim üretmeye engel olacağı gerekçesiyle eleştirmişti. Fakat Osmanlı’da Gazâlî-Râzî-İbn Arabî karması geleneği sorgulayıp aşabilen yeni bir fikrî-felsefî dinamizm oluşmadı. Osmanlı’da bu dinamizme kaynaklık edecek, tarihin en büyük devletlerinden birine savaş ve fetih ülküleri dışında yeni ufuklar açacak bir aydınlanma için öncü düşünürler yetişmedi, medresenin “ilim” zihniyeti buna imkân vermedi. Yani Gazâlî’nin İbn Sînâ’ya, İbn Rüşd’ün de Gazâlî’ye yaptığı derinlikte güçlü bir Gazâlî ve daha genel olarak düşünce tarihi sorgulaması Osmanlı’da yapılamadı, medrese içinden veya dışından böylesi fikir öncüleri çıkmadı; farklı ses çıkaranların ulema fetvaları ve kararlarıyla başı ezildi. Molla Lutfi’nin 1495’te zındıklık ve ilhâd suçlamasıyla idam edilmesi, Takıyyüddin er-Râsıd’ın rasathanesinin 1580’de içindeki aletlerle birlikte tahrip edilmesi, örneklerden ikisi.

Benzerlerinde olduğu gibi bu iki olayda da en dikkat çekici nokta, bu hükmleri verenlerin ulemadan olması, gerekçe olarak da dinin kullanılmasıdır.

Şimdi, başlığımızdaki sorunun doğru cevabını bulmak için bir “Rasathaneler bulundukları ülkeleri felâkete sürükler” diyerek Osmanlı tarihindeki tek gözlemevinin ortadan kaldırılmasına fetva veren Şeyhulislâm’ın temsil ettiği Osmanlı ulemasının din ve ilim anlayışını, bir de Gazâlî’nin “Din İlimlerinin İhyası” adını verdiği eserinde geçen şu antropolojik analizindeki din ve ilim tasavvurunu düşünelim:

İnsan, göklere ilimle, göklerin esrarını kavrayıp anlamakla hükmeder ki, bu da bir tür hâkimiyet kurma ve yönetmedir. Çünkü insanın ilmiyle kuşattığı şey, bilginin yönetimine girmiş gibidir. Bilen insan, bildiğine hâkim olup onu yöneten konumundadır. Bu sebeple de insan gerek aşkın varlıkları gerekse gökler, dağlar ve denizlerin şaşırtıcı özelliklerini bilmeyi ister; çünkü bu bilme de bir tür yönetmedir, yönetme ise yetkinliğin bir türüdür” (İhyâ [çev. Mustafa Çağrıcı], III, 412).

Osmanlı medrese ulemasının tarih dışı kaldığının sayısız kanıtlarından birini daha sunalım: “İmamlar Kureyş’tendir” şeklinde bir hadisten bahsedilir. Arap-Kureyş’ten olan Abbasi devleti 1258’de ortadan kalkmış. 41 yıl sonra Türk-Osmanlı Beyliği kurulup bağımsız devlet olmuş. Aradan beş asır geçmiş. 33 Türk padişahı İslâm dünyasının en büyük devletini yönetmiş. Buna rağmen 34. padişahın zamanında hâlâ “İmamın (devlet başkanının) Kureyş’ten olması şarttır” diye yazan Teftâzânî’nin beş yüz küsur sene önce yazdığı Şerhu’l-Aḳāid medreselerde okutuluyor. Neden? Çünkü asırlar öncesinin âlimleri –aslını araştırmadan, bağlamını dikkate almadan- bu iki kelimelik rivayeti siyasal anlamda, buyurucu evrensel nas olarak anlamışlar. İngilizler bu rivayeti kullanarak Arapları Osmanlı’ya karşı isyana kışkırtınca II. Abdülhamid kitabın 1317 baskısından bu kısmı çıkarttırmıştır.

YORUMLAR (17)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
17 Yorum