‘Sâlih amel’le ilgili yorumlar ve sorular üzerine

Geçen haftaki yazıma değerli okurlar yorumlarıyla önemli katkılar yaptılar. Hepsine teşekkür ediyorum.

Evrensel Karar” rumuzlu okurumun “İnsanlaşmadan İslamlaşılmaz” sözüne ve diğer fikirlerine katılıyorum. 5 Mayıs 1918’de bu köşede çıkan “İslâmiyet insaniyettir” başlıklı yazımda “insaniyeti kusurlu olanın Müslümanlığı da kusurludur” demiştim. İnternetten okumanızı tavsiye ederim.

Hamdi Denizci’nin “dindar insan”la ilgili (eleştirel) tespiti, şimdiki dindarlık anlayışı bakımından doğru ama Kur’an’daki dindarlık anlayışıyla uyuşmuyor. Kur’an’ın “sâlih” terimi “hayatın diğer alanlarındaki olumlu işler”i ve o işleri yapanları da kapsıyor. O yazıyı yamaktan asıl amacım da buydu.

Sayın “Karar Okuru” (08 Ocak 2025 10:46) soru sormasa da yazdığı yoruma yürekten katılıyor, o “iman”da ve “doğru yol”da ilerlemesini diliyorum.

o aslan” rumuzlu okuruma şunu derim: Allah’ın içimize bıraktığı ahlak ve iyilik iradesini canlı ve güçlü tutar, bu iradeyi canlı ve güçlü tutanların sayısının yeterince artmasına vesile olursak, insanlık olarak bu olumsuzlukları aşacağımıza inancım tamdır.

Abdullah Özbek (sanırım meslektaşım eğitimci Prof. Özbek) Bey’e takdirleri ve katkıları için teşekkürler. Onun, “Günümüzde sâlih amel nasıl işlenebilir?” sorusunun cevabı çok uzun... Şu kadarını söyleyebilirim:

[1] Kur’an’ın içinde kaldığımız (dogmatik zincirlerden kurtulduğumuz),

[2] çağın farkında olduğumuz (içinde yaşadığımız gerçeklikten kopmadığımız),

[3] ideolojik kalıplardan kurtulduğumuz (“kendimiz için istediklerimizi başkaları için de istediğimiz”) ve

[4] toplumu da bu üç prensibe inandırdığımızda “günümüzde sâlih amelin nasıl işleneceğini” insanlar bulurlar.

Doğru söyler”in sorularına kısaca şöyle cevap vereyim: Elbette Kur’an gelmeden önce de ahlak vardı; “Kur’an’a inanmayan Japonya’da” da ahlak var. Fakat bizim öncelikli sorunumuz, Kur’an’a inanan Müslümanlardaki ahlâkî gevşeklik ve bunun ürettiği sıkıntılardır.

ASLI”nın yorumu için şunları söyleyebilirim: “Bazı modern Batı ülkelerinde yasallaşan eşcinselliğin” Yahudi-Hıristiyan kutsal kitabı Tevrat’taki cezası ölümdür (mesela Levililer 20/13); İncil’de Hz. İsa Yahudi şeriatını yaşatmaya geldiğini söyler (Matta 5/17). Fakat modern Batı bunu bireysel özgürlük içinde değerlendiriyor. (Bu ayrı bir tartışma konusu.) Aslı’nın Müslümanlardan örnek verdiği recim (suçluyu taşlayarak öldürme) cezası Kur’an’da yok ama Tevrat’ta var (Tesniye 21/21; 22/21-24). Tevrat Hıristiyanları da bağlar. Fakat onlar zamanla şeriat hükümlerini terk ettiler. Benim kanaatimce doğru olan, bu ikisinin ortasıdır ki, o da ilâhî buyrukları ceza merkezli değil, hüküm merkezli anlamaktır. Buna göre Kur’an’da asıl olan, cezanın şekli değil, o eylemin (mesela zinanın) suç olmasıdır; değiştirilemez Kur’an hükmü budur.

Aslı, “Kimi Hristiyan ülkelerde bedava uçak seyahati yapan siyasetçiler azledilip yargılanıyor” diyor. Elbette bu iyi bir şey. Bizde de olmalıdır. Ama “kimi Hıristiyan ülkeler” yoksul toplumları soyuyor. Bu, ilkinden daha kötü. Kur’an’ın nihai mesajı şudur: Müslüman ülkelerde “yapanın yanına kalması” da, Batı’nın yoksul toplumları soyması da Kur’an’ın ‘sâlihât’ ilkesine aykırıdır ve haramdır. Fakat başkalarının ahlakını eleştirmekte haklı ve tutarlı olmamız için önce kendimiz ahlaklı olmalıyız.

***

Geçen hafta yer darlığı nedeniyle ‘ıslâh’ın tam zıddı olan ‘ifsâd’ ve ‘müfsid’den bahsedememiştim.

Tefsir ve dil âlimi Zemahşerî (öl. 1144), el-Keşşâf adlı ünlü tefsirinde (Beyrut h.1407, I, 62) Bakara 11. ayetle ilgili açıklamasında şu ifadelere de yer veriyor:

(Ayette yasaklanan) ‘yeryüzünde fesad çıkarılması’ndan maksat, savaşların ve karışıklıkların patlak vermesidir. Çünkü böyle hallerde yeryüzünde düzen bozulur, insanların düzgün giden hayatları, geçimleri, dinî ve dünyevi yararları altüst olur.”

Şuarâ suresinde (26/151-152) şöyle buyrulur: Yeryüzünde iyi ve düzgün işler yapmayıp ‘ıslâh’tan “lâ tuslihûn) toplumsal huzuru bozan ‘ifsâd’dan ‘yüfsidûne’) aşırıların buyruğuna itaat etmeyin .”

Bu ve buna benzer yüzlerce ayeti birlikte değerlendirdiğimizde Kur’ân-ı Kerîm’in, salâh ve fesad kavramları üzerinden Müslümanların önüne bir iyi toplum ve iyi yönetim vizyonu koyduğunu görürüz. Bu hedefe hangi yöntemlerle ulaşılacağı ise kültürel ve zamansal şartlara bağlı olarak, bireylerin ve toplumların –Kur’an’ın genel ilkeleri çerçevesinde- akıl, bilgi ve deneyimlerine bırakılmıştır.

Ne var ki, geleneksel tefsirlerin ve diğer etkili İslâmî kaynakların çoğunda bu tür ayetler yorumlanırken, vahyin zamansal bağlamı ve lafzıyla sınırlı kalınmış, özellikle konunun siyasal boyutu ihmal edilmiştir. Müslüman toplumlarının son üç asırdan beri yaşadığı ‘fesad’ halinde bu gerçeğin de payı vardır.

YORUMLAR (10)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
10 Yorum