‘Ramazan geldi hoş geldi’
Tasavvuf kültürümüzde önemle vurgulandığı üzere, gerçek dindar, her an gönlünde Allah ile birlikte olan, O’nun dışındaki her şeyin köleliğinden ruhunu kurtaran kişidir. Ama günlük hayatın koşuşturmaları bizi ruh dünyamızdan uzaklara atmaktadır.
Kur’an’da, “Allah’ı unutan, bu sebeple Allah’ın da onlara kendilerini unutturduğu kimseler gibi olmayın” buyrulur (Haşr 58/19). Sözde “gelişmiş dünya”nın bireyleri ve toplumları çoğunlukla “Allah’ı unutmuş” görünüyorlar. Çağımızda –Müslüman dünya da dâhil olmak üzere- inançlı bilinen insanların çoğu bile Allah yokmuş gibi yaşadıkları için bizzat kendilerini, kendi nihai iyilik ve kurtuluşlarını da “unutmuş” durumdalar; son yıllarda küresel düzeyde yaşanan korkutucu gelişmeler bunun sonucudur. Gerçek şu ki, hepiniz bu bakımdan kendimizi sorgulamalı ve tövbe etmeliyiz.
İşte Ramazan bize, yeniden Allah’a yönelip nefsimizin yıkıcı isteklerine karşı durma, Allah’ın iradesine uyarak, olabildiğince maddenin esaretinden kendimizi kurtarma ve gönül dünyamızı onarma fırsatı getirmektedir. Oruç, insan olmamızın vazgeçilmez şartlarından olan şefkat ve merhamet duygularımızı güçlendiren eşsiz bir ibadettir. Günün belli bir bölümünde midesini aç ve susuz tutan insan, bu sayede hem Allah’ın nimetlerinin değerini anlayıp O’na şükreder hem de muhtaçların açlıklarını ve acılarını kendinde tecrübe edip onlarla paylaşmanın insani bir ödev olduğunu fark eder.
Sahip olduğumuz maddi imkânların üzerine oturmamız ve ömrümüzü onu başkalarından kıskanıp koruyarak geçirmemiz, ilkel tabiatımızdan gelen zaafımızdır. İhyâ’da okumuştum. “Üç canlı yalnız kendisi için biriktirir, deniliyordu: Fare, karınca ve insan.” Bütün din ve ahlâk önderlerinin en çok uğraştığı sorunlardan biri, insanın bencilliğini ve maddeyi kutsama eğilimini törpülemek olmuştur. Bu sebeple Kur’an’nın yüzlerce ayetinde insanlar muhtaçlara “infak” ve “ihsan”da bulunmaya, yani zamanın icaplarına göre onlara iyilik etmeye, iş ve aş sağlamaya davet edilmektedir. Peygamberimiz de Ramazanı bir infak ve ihsan ayı olarak görmüş ve öyle yaşamıştır. Yakın dostlarından birinin anlatımıyla “Bilhassa Ramazanda Resûlullah’ın cömertliği zirveye ulaşır, rüzgâr gibi coşardı.”
Günümüz şartları yeni nesillerin “Ramazan medeniyetimiz”i oluşturan eski gelenekleri yaşatmalarına maalesef imkân vermemektedir. Ayrıca salgın nedeniyle son iki yıldır toplu dinî ve hayrî faaliyetlerde de kısıtlamalar yaşandı. Ama son ayarda salgınla ilgili olumlu gelişmeler sayesinde halkımızın bu sene Ramazan ayını daha canlı hissedeceği, dinî ve milli kültürümüzün ruhuna biraz daha uygun şekilde yaşama imkânı bulacağı anlaşılmaktadır.
***
Bu vesileyle birkaç önemli hususu okuyucularımızla paylaşmak isterim.
1. TV ekranlarındaki bazı örneklerinden de görüldüğü üzere din adına piyasaya sürülen yalan yanlış her bilgi kolayca müşteri bulabilmekte, bu da din gibi gayet etkili bir alanda ferdî ve toplumsal zihinlerde ve hayatlarda yıkımlara sebep olmaktadır. Bunu önlemek için, kuruluş yasasının 1. maddesine göre üç esas görevinden biri “din konusunda toplumu aydınlatmak” olan Diyanet İşleri Başkanlığı’nın uzmanlarına ulaşmak gerekmektedir. İl ve ilçe müftülüklerinde halkımızın dinî sorularına cevap verecek yetkililer bulunmaktadır.
2. Bu yıl, türlü nedenlerle korkunç bir zam furyasının yaşandığı herkesin malumudur. Allah’ın ibadet ve ahlâk ayı olarak bize hediye ettiği bu kutsal zamanı bir kimsenin kendi kazanma hırsına alet etmesi dinî bakımdan affedilmez bir günahtır. Ayrıca milyonlar, evlerine en mütevazı iftarlığı bile götürmekte zorlanırken, lüks restoranlarda ve otellerde astronomik fiyatlarla sözde “iftarlar” vermek ya koyu bir cahillik ya da Allah’ın Kitabında, Peygamber’in Sünnetinde asla yeri olmayan bir din tüccarlığıdır.
3. Peygamber efendimiz, oruçlu kimsenin duygularına hâkim olması, insanları üzmekten sakınması, başka biri kendisine sataşsa bile sabır ve olgunluk göstermesi hususunda uyarıda bulunmuştur.
Yüce Rabbimiz! Bu Ramazanı, dünya hırsları ve hevesleriyle körleşen gözlerimize ışık, katılaşan kalplerimize merhamet vesilesi kıl.