Neden ‘birlik’ olamıyoruz?
Günümüzde ana sorunlarımızdan birinin zihinsel ve ideolojik parçalanmışlık olduğunu, bunun giderek toplumumuzu da böldüğünü görüyoruz. Şu günlerde hoş melodisiyle ve belki de biraz muziplik olsun diye mahalli ağızlı birkaç kelime katılmış sözleriyle bir şarkı dolaşıyor ortalıkta. İnsanların hoşça dinleyeceği böylesi bir şarkının sözleri bile bu parçalanmışlığı gözümüzün içine soktu adeta.
Yüz yıllık Cumhuriyetimiz, yetmiş küsur yıllık demokrasimiz boyunca kötü günlerimiz oldu, iyi günlerimiz oldu. Ne var ki, bu parçalanmışlığın ürettiği kavgaya hiç ara vermedik. Ama bu sürgit böyle devam edemez ki! Birlik olmaya, birbirimize yüzümüzü dönmeye ihtiyacımız var. Başarmaya ihtiyacımız var. Tabii ki başarmak için de farklı farklı düşünmemiz, farklılıkları hoş görmemiz gerekiyor. Başımıza bir şeyler gelir diye kaygılanmadan farklı düşünebileceğiz, farklı konuşabileceğiz.
Her toplumda siyasi, fikrî, bilimsel vs. farklılıklar ve tartışmalar olur. Olması da iyidir; gelişmiş dünyada bunu görmüyor muyuz? Ama neredeyse sadece Müslüman toplumlarda farklılıklar düşmanlık, çatışma hatta savaş üretiyor. Ya da despotizm üretiyor. Tam bir akıl tutulması!..
Demokrasiyi -kör topal da olsa- yürüten birkaç Müslüman ülkeden biriyiz. Ama ne o öyle!.. Her seçime doğru bir ölüm-kalım kavgası yaşanıyor memlekette! Bizim gibi daha yıllar varken böylesi bir seçim atmosferine giren başka bir demokrasi ülkesi var mı?.. Akla ziyan!.. Öteden beri “insanın dünya ve ahiret mutluğu için…” diye tanımladığımız dinimizi bile birbirimizi mutsuz etmek için kullanıyoruz. Bu kaostan çıkmak, bu kaosu üreten yanlışlardan kurtulmak zorundayız. Bu durum sonuçta hepimizi mutsuz ediyor. Enerjilerimizi birleştirmek zorundayız.
Kur’an, kaç yerde dinimizin birleştirici, kaynaştırıcı bir bağ olduğunu söylüyor. Üstelik din, birleştirici unsurlardan bir tanesi... Başka dinlerden, inançlardan insanlarımız da var. Onlarla da önce insanlıkta biriz. Daha bir sürü bağlarımız var: Ülkemiz, tarihimiz, kültürümüz, kader ortaklığımız… Söz konusu yurttaşlık olunca hiç kimsenin bu ülkede ötekinden bir karış bile daha fazla veya daha az hakkı yoktur.
Peygamberimiz tam 1400 yıl önce Medine’ye hicretinden kısa süre sonra, varlık-yokluk mücadelesi verdiği o şartlarda bile, “Medine Vesikası” denilen bir tür anayasal sözleşme ile kent halkı arasında farklı dinlerin mensuplarını da içine alan siyasal bir birlik kurmuş, böylece sonraki Müslümanlara bir ufuk açmıştı. Öyleyse bugünkü çoğulcu “hukuk devleti” kavramı İslamî bir kavramdır.
Kur’an’da, mescitlerle birlikte manastırlar, kiliseler ve havraların da korunması gerektiğine işaret ediliyor (Hac 22/40). Öylesi zor zamanda bile en sonlarda gelen surelerin birinde (Mâide 5/8) “Bir topluluğa kızgınlığınız sakın sizi adaletsizliğe saptırmasın! Adaletli olun; bu, dindarlığa daha uygundur” buyruluyor. Diğerinde ise (Mümtehıne 60/8) “Allah, sizinle din savaşı yapmayan, sizi yurdunuzdan çıkarmayanlarla iyi ilişkiler kurmanızı / onlara iyilik etmenizi ve adaletli davranmanızı yasaklamaz. Elbette Allah adaletli olanları sever” deniliyor.
Onun için gerek dinî gerekse etnik anlamda ayrımcılık İslam toplumlarında hiçbir zaman tutunamadı. İslam beldelerinde ulema, siyasetçiler gibi belli kesimler arasında çekişmeler, bazen kavgalar olsa da özellikle ülkemizde yüz yıl öncesine kadar kalıcı dinî, ideolojik ve siyasal bölünmeler olmadı. Şimdiki zihniyet parçalanmasının bize iyi şeyler getirmediğini yüzyıllık tecrübeyle anlamış olmalıyız. O nedenle bugün artık ayrıştırıcı noktaları değil birleştirici, uzlaştırıcı noktaları çoğaltacağız. Bunu da eğitimden başlatmalıyız.
Bildiğiniz gibi bizim 150 yılı aşkın bir zamandan beri bir “maarif davamız” var. Eğitimimizin daha verimli ve başarılı olacağı iddiasıyla sayısız değişiklikler yaptık; hâlâ da yapıyoruz. Son yüz yılda eğitimimizin belki de tek değişmeyen özelliği ötekileştirici, dışlayıcı, ayırımcı karakteridir. Din eğitimimiz de buna dâhil… O karakter değişmedikçe de diğer değişiklikler işe yaramıyor.
Ülkemizde ideolojiler (bunlara dinî görünümlü ideolojiler de dâhil) alanında farklılıklar çok derinleşti. Devlet gücünü ele geçiren her ideoloji farklı olanları bir “bekā sorunu” olarak gören ve onlara karşı nefret pompalayan bir eğitim anlayışını getirme hevesinde oluyor.
“Birlik” olabilmemiz bu hevesten kurtulmamıza bağlıdır.