Küresel bir sevgi duygusu ve dili geliştirmek
Son günlerde ülkemizde ve dünyada yazıp çizenlerin birçoğu, korona salgını dolayısıyla yaşanan tecrübeyi dünyamıza ve insanlığa faydalı olacak şekilde değerlendirmeye, dünyanın nerelerde hatalar yaptığı için bu salgının böylesine hızlı ve etkili şekilde yayıldığını sorgulamaya çalışıyor.
Tabii ki, böylesi hataları bir daha tekrar etmemek için bu tür sorgulama ve eleştiriler gereklidir. Bütün dünyada farklı seviyedeki insanların yapacakları bu yapıcı sorgulamalar, başta siyasiler olmak üzere sorumlu kesimlerde ve toplumlarda dalga dalga yayılıp etkisini gösterecek; nihayetinde bu eleştiri ve uyarılar insanlığın geleceği için hayırlı sonuçlara, adalet ve ahlak değerlerinin güçlü olduğu yeni bir dünyanın kurulmasına hizmet edecektir.
***
Ancak son günlerde bu korona salgını tuhaf, hatta sapkın diyebileceğimiz bazı duyguları da açığa çıkarıyor. Sosyal medyayı ve diğer mecraları takip edenlerin şahit olduğu üzere, salgının özellikle ekonomik bakımdan gelişmiş ülkelerde daha çok yayıldığının görülmesi, bazı Arap yöneticilerinin de hastalığa yakalandığı şayialarının çıkması, olanları fırsat bilip insanı ve insanlığı lanetlercesine suçlayan yazıların, mesajların, yorumların paylaşılmasına da yol açmaktadır.
Böyle afet zamanlarında bazı ülkelerin, toplumların ya da yöneticilerin musibete uğramalarından mutlu olmak, bununla da kalmayıp, bu duyguyu dinî bir motif ve söylemle dışa vurmak, gerçek bir dindarlığın, dinî duygu ve düşüncenin değil, ancak hastalıklı bir ruh halinin ifadesi olabilir.
Elbette bu tür duyguları besleyen, insanoğlunun din ile ilişkisi bağlamında uzun bir geçmiş vardır. Tarihe baktığımızda çeşitli dinlerin, ilk ortaya çıkış ve tebliğ dönemlerinde kötülüğü önleyip iyiliği hâkim kılma yolunda muazzam başarılar sağladığı; fakat dinin, bu başarılarıyla inananlarının gönlünde yer ettiğinin görülmesinin ardından, içeride ve dışarıda din maskeli siyasi vb. dünyevi amaçlarla kullanılmaya başlandığı görülür. Hem Avrupa tarihinde Hıristiyanlık hem de İslam tarihinde Müslümanlık bu kaderi yaşamıştır; bu durum, -daha çok bizim coğrafyamızda- halen de sürmektedir.
***
Ama –çok önemli olmasına rağmen yeterince farkında olunmadığı için zaman zaman hatırlatıyorum– insani barışın sembolik kavramı olarak KOMŞULUK bütün dinlerde yüceltilir ve artık mekânsal ve zamansal mesafelerin eridiği günümüz dünyasında herkes herkesin komşusu haline gelmiştir. Mesafelerin uzak olduğu eski dünyada düşmanlıkların yıkıcılığı sınırlı kalıyordu. Savaşlarda bile savaşa fiilen katılan belli sayıda insan ölüyordu. Günümüzde ise düşmanlık duyguları ve eylemlerinin kötülükleri sınır tanımıyor.
Öyleyse eski nefret ve şiddet duygularımızdan sıyrılıp küresel bir sevgi duygusu ve dili geliştirmek zorundayız; insanlığın varlığını güvenceye almamızın artık başka yolu kalmadı.
Ne zamana kadar insanoğlu, ‘var olmak’ için ‘yok etme’ araçları geliştirmeye bel bağlayacak? Bu bir çılgınlık!.. Bir Müslüman, hatta Allah’a inanan herhangi bir insan bunu nasıl düşünebilir!
Artık ‘ya barış ya savaş’ devri bitti. Artık –insanlık tarihinde ilk defa olmak üzere- ‘ya barış ya yok oluş’ tehlikesinin bulunduğu bir devirdeyiz. Dünyanın bir kesiminin hâlâ eski nefret ve şiddet duygularını yaşatması, Müslüman insanlar olarak bizim de aynı gaflette ısrar etmemizi gerektirmez. En başta Müslüman bilim ve düşünce insanları, eğer davasını sürdürdükleri dinin adının ‘BARIŞ’ olduğuna dürüstlükle inanıyor, buna dünyayı da inandırmak istiyorlarsa, tarihin bu en büyük sorununu kavramak, bunu siyasetçisinden en mütevazı konumdakine kadar bütün Müslümanlara anlatıp bir küresel barış ufku oluşturmak zorundadırlar. Dinde ‘cihad’ın yeri ibadet kadar büyüktür ve modern çağın “en büyük cihad”ı, dünyayı -Kur’an’ın deyimiyle- “barış yurdu” yapmak için çabalamaktır.
Allah, dini için nasıl bir gelecek takdir etti, bilmiyoruz. Ama eğer dininin daima yaşamasına izin verecekse -şuna imanım var ki- bunu müminlerinin gönüllerindeki barış ve sevgi ateşiyle yapacaktır.