İslamofobi
Önce bir prensip hatırlatması:
Bazı okuyucular, Müslüman toplumların son dönemlerde yaşadığı sorunlara dair yazı yazan herkesten uluslararası siyaset uzmanı gibi düşünüp yazmasını bekliyorlar. Ama bu doğru değil. Herkes, kendi alanı içinde konuşmalıdır. Mesela ‘İslamofobi’ (İslâm korkusu) denilen insanlık dışı ideolojinin dış boyutunu, sebeplerini, bu husustaki açık-gizli projeleri, yol açtığı hak ihlallerini… o alanların uzmanları yazar, analiz eder, tartışırlar. Başka uzmanlar meselenin iç sebeplerini, sözgelimi İslâm ülkelerindeki insanlara yurdunu yuvasını terkettiren siyasi, ekonomik, hukuki şartları sorgular. Biz ilâhiyatçılar ise meselenin dinî boyutu üzerine düşünmeli ve yazmalıyız. Mesela dinler ve mensupları arasında süregelen ilişkiler hakkında veya din ve Müslümanlık anlayışımızdaki hangi yanlışların bizi buralara getirdiği gibi evimizin içine ilişkin konularda insanımızı bilgilendirmeliyiz.
***
İslâm dini o kadar kısa bir zaman zarfında, en köklü dinlerin ve medeniyetlerin hâkim olduğu coğrafyalarda olağanüstü başarılara ulaştıysa, bunun esas sebebi, öğretisi ve mesajlarıyla ‘insan’a dokunması, insanın manevi ve maddi hayatına ilişkin taleplerine en uygun cevabı vermesiydi. İslâm’ın bu câzibesi hep devam etmiş; bir misyonerlik kurumu bulunmamasına rağmen insanları kendine çekmeyi hep başarmıştır. Bu sebeple de İslâm’a karşı dışarıdan karalama faaliyetleri daha İslâm’ın ilk asrında başlamış ve günümüze kadar sürmüştür.
İslamofobi denilen hareketin, İslâm’ın bu çekiciliğini baltalama amacı taşıyan böyle bir geçmişi var. Ancak yeni dünyanın getirdiği şartların sonucu olarak bu hareketin güncel ve sistematik bir proje olduğu da düşünülüyor. Böyle bir proje varsa mahiyetinin ne olduğu ve arkasında hangi yapıların bulunduğu elbette araştırılmalıdır. Bunu yapacak olan da öncelikle İslâm ülkelerinin akademik kurumlarıdır.
***
İnsanlığın son utanç vesikası olan malum ‘Trump kararı’nın ardından daha açık biçimde gördük ki, dünyada bir insan hakları duyarlılığı ve İslâmofobiye karşı mücadele de sergileniyor. İslâm karşıtlığı şu yıllarda daha çok görünür olsa da, ilkesel olarak insan hakları savunuculuğunun güçleneceği kanaatindeyim. Müslümanlar olarak bizler de bu hareketle birlikte adaletten, insanlık onurundan yana ilkeli bir duruş sergilemeliyiz. Bunun bir boyutu da İslâm karşıtlarının malzeme olarak kullandıkları şiddet zihniyeti ve eylemleriyle öncelikle Müslümanların mücadele etmeleridir.
Amerikalı siyaset bilimci Prof. Anne Norton, Müslüman Sorunu Üzerine (On the Muslim Question, Princeton 2013) adlı eserinde, geçen yüzyıldaki ‘Yahudi sorunu’nun yerini bugün ‘Müslüman sorunu’nun aldığını yazıyor. Elbette antisemitizm ile İslamofobi aynılaştırılamaz; fakat yöntemleri, hedefleri ve insanlık suçu olmaları itibariyle aynıdırlar.
Bir gün Müslümanlar bu sorunu aşacak elbette. Ama bunun için hem içe hem de dışa dönük olarak akılcı, adil ve ilkeli bir mücadele yürütmemiz gerekiyor. Unutmayalım ki, İslâm karşıtları Müslümanlar arasından çıkan veya çıkarılan terör örgütlerinin sergilediği vahşetten besleniyorlar. İslamofobiciler, bu örgütlerin İslâm’a etiketledikleri şiddeti kışkırtan yorumları, fetvaları ve bunlara dayalı terör eylemlerini Batı ve dünya insanlarının önlerine koyup şöyle diyorlar: “İşte İslâm ve Müslüman budur. Gelin şunları ülkemizden kovalım!..” İlginçtir ki, antisemitizm Yahudilerin Avrupa’dan uzaklaştırılmasıyla sonuçlanmıştı. Şimdi ‘İslam korkusu’ pompalanırken de benzer bir süreç, Müslümanların Avrupa’dan, Amerika’dan sürülmesi hedefine doğru işletiliyor.
Ama artık dünya elli yıl önceki dünyadan bile çok farklı. “Ey inananlar! Siz kendinize düşene bakın. Siz doğru yolu izlerseniz hakikatten sapanlar size zarar veremez” (Kur’an, 5/105).