İslam’ın “davet” yoluyla yayılışı
Öncelikle belirtelim ki, konusu ne olursa olsun, her konuşma ve yazı bir davet, bir çağrıdır. Çünkü açık veya örtülü olarak muhataplarını konuşmanın ya da yazının içerdiği bilgiyi, mesajı anlamaya, kavramaya, onaylamaya ve/veya uygulamaya çağırır. Özellikle günümüzde hayli yaygın olan farklı amaçlı sivil toplum örgütlerinin önde gelen amaçlarından birinin dinî, mistik/tasavvufî, ideolojik, siyasi, ekonomik, felsefî vb. düşünceleri ve faaliyetleri tanıtıp inananlar, taraftarlar, katımcılar toplamak olduğu bilinmektedir.
İkinci hatırlatacağım husus, “İslam’ın ‘davet’ yoluyla yayılışı” konusunda İngiliz İslam sanat tarihi uzmanı Sir Thomas Walker’ın kaleme alıp 1896’da yayımladığı, 1913’te yeni ilâvelerle 467 sayfa olarak tekrar bastırdığı The Preaching of Islam başlıklı eserinin bu alanda yapılmış en iyi çalışma olma özelliğini hâlâ koruduğudur. İslam’ın tamamen barışçıl yollarla yayıldığını belgeleriyle anlatan bu eser Londra, New York ve Lahor’da defalarca basılmış; başka dillerin yanında, Halil Halit tarafından İntişâr-ı İslâm Tarihi adıyla Türkçeye de çevrilmiş, bu çeviri ilki 1343’te (İstanbul) olmak üzere birkaç kez basılmıştır. Bekir Yıldırım – Cenker İlhan Polat’ın İslam’ın Tebliğ Tarihi adıyla yaptıkları 600 sayfalık çevirinin de 2000 yılından itibaren birkaç kez baskısı yapılmıştır.
***
Konu bir dine, o dinin ilkelerine davet olunca, doğaldır ki, bir dinin en büyük davetçisi ve davette örneği, o dinin peygamberidir. İslam son ilâhî dindir ve onun peygamberi Muhammed aleyhisselam da Kur’an’ın ifadesiyle “peygamberlerin mührüdür” (Ahzâb 33/40), yani son peygamberdir. O, Allah’ın davetçisidir” (Ahkaf 46/31, 32). Görevi, ulaşabildiği insanları “Allah’ın yoluna hikmetle ve güzel öğütlerle davet” etmektir (Nahl 16/125). Birçok ayette onun asıl misyonunun duyurma (tebliğ) ve anlatma (tezkir) ile yani davetle sınırlı olduğu belirtilir: “Resûl’ün görevi sadece apaçık duyurmaktır” (mesela bkz. Mâide 5/92); “Sen anlat/hatırlat; çünkü sen sadece hatırlatıcısın; insanların üzerinde bir despot değilsin” (Gaşiye 88/22).
Bu bilgiler ve “Dinde zorlama yoktur” (Bakara 2/256) gibi başka ayetler ışığında baktığımızda, bir insanlık gerçeği olan savaşın amacı, kesinlikle İslam inancını zorla kabul ettirmek olamaz. Geçmişte ve günümüzde başka kültürlerde olduğu gibi İslam kültüründe de savaşların arkasına dinî gerekçelerin konması, açılan savaşların dinle meşrulaştırılması bu gerçeği değiştirmez. Dolayısıyla savaşların sebeplerini, zamanın şartlarına göre, varlık-yokluk mücadelesi, ülkesini ve maddi-manevi değerlerini savunma ya da hâkimiyet, istila, sömürü hırsı gibi başka haklı veya haksız gerekçelerde aramak daha gerçekçi olacaktır. Kur’an bakımından ilke olarak “Barış (sulh) daha hayırlıdır” (Nisâ 4/28). Onun için Kur’an inananları barışçı olmaya çağırır (Bakara 2/208); özelikle savaş halindeyken karşı taraf barış teklifinde bulunursa buna olumlu karşılık vermemizi buyurur (Enfâl 8/61).
Hz. Peygamber’in tebliğ faaliyetlerinden başlayarak, İslam davetinin üç kıtada sağladığı muazzam başarıların arkasında, bizzat Peygamber’in ve sonraki Müslüman kuşakların inançları, ahlak ve davranış tarzlarıyla İslam’ın bünyesinden gelen faktörler vardır. Bugün sadece Hz. Peygamber’in kişiliğinden gelen birkaç faktöre işaret etmekle yetineceğim.
Bunların en etkili olanlarından biri, Hz. Peygamber’in davet ettiği dine, onun itikat ve ahlak ilkelerine samimiyetle inanması, bu ilkeleri ayrıntılarıyla kendi hayatına uygulamasıdır. Ayrıca karakterindeki doğal nezaket, zarafet ve dürüstlük onun insan ilişkilerindeki etkisini ve davetinin cazibesini artırmıştır. Nitekim o, dost-düşman ayırımı yapmadan herkesi saygın görür, kimseyi küçümsemedi. İnsanların duygularını ve beklentilerini dikkate alır, zengin-yoksul demeden, mevki ve itibar ayırımı yapmadan herkesle ilgilenirdi. İnsanlarla ortak noktalar bulmayı ve bunları çoğaltmayı daima önemserdi. Farklılıkları değil müşterekleri öne çıkarırdı. Affetme, hoşgörü, yumuşaklık (hilim), şefkat ve merhamet gibi erdemleri kin, öfke, zorbalık ve düşmanlığa üstün tutardı. Kur’ân-ı Kerîm, Peygamberimizin muhataplarıyla ilgili bu tutumunu şöyle özetler: “Allah’ın lütfuyla sen onlara yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı kalpli olsaydın çevrenden dağılır giderlerdi’” (Âl-i İmrân 3/159).