İşimizi ne kadar yapıyoruz?
Geçen haftaki yazımda İsveç’te yaşanan Kur’ân-ı Kerîm yakma olayına ve bu işin kültürel arka planına değinmiştim. Aslında Batı toplumlarında 70-80 yıl öncesine kadar “antisemitizm” denilen şiddetli bir Yahudi karşıtlığı da vardı. Hıristiyanlarda bu düşmanlığın tarihi 2000 yıl öncesine kadar gider. Hıristiyanlar, İsa’nın çarmıha gerilmesinden sorumlu tuttukları Yahudilere “İsa katili” (Christ-killer) damgasını vurmuşlardı. Fakat gelinen noktada Yahudi dünyasının antisemitizm konusunda neleri başardığını biliyoruz. Toronto Üniversitesi Antropoloji profesörü Ivan Kalmar’ın ifadesiyle şimdilerde İslamofobinin yeni antisemitizm olduğu ileri sürülüyor (“İslamofobi Yeni Antisemitizm midir?”, SETA, Analiz, sayı: 233). Çağdaş Alman Yahudi düşünürü Hannah Arendt’in de aynı tespitini içeren bir yazısını okumuştum. Dünyada ve ülkemizde bu konuda geniş bir doküman var.
İsrail ve Yahudi dünyası şimdi özellikle Batı’da bambaşka bir konumda. Geçenlerde Tevrat yakmak isteyen bir fanatiğin, İsrail diplomasi yetkililerinin ve İsveç’teki Yahudi sivil toplumu ve din adamlarının çabalarıyla “vazgeçirildiğini” basına yansıyan haberlerden öğreniyoruz. Euronews adlı Türkçe İnternet haber sitesinin 31.01.2023 tarihli haberinde “Stokholm’deki İsrail büyükelçiliği önünde Tevrat yakmayı planlayan Müslüman protestocu”dan bahsedilmekte; ardından şu bilgiye yer verilmektedir: “İsrail Dışişleri Bakanlığı, İsveç makamlarıyla işbirliği içinde protestocuyu eyleminden vazgeçirdiğini ifade etti.
Bakanlıktan yapılan açıklamada ‘Bu şok edici ve aşağılayıcı olayın gerçekleşmesini önlemek için derhal ve kararlı bir şekilde harekete geçtik’ denildi.”
O haberde, Yahudi din adamlarının da Tevrat yakma girişimini önlenmek için “İsveç’te Müslümanlar, Yahudiler ve diğer dinî azınlıklar arasında diyalog ve bağlantıları güçlendirmek amacıyla kurulan Amanah [Emanet]” adlı oluşumdan destek aldıkları belirtiliyor. Yani işlerini hakkıyla yapmışlar.
***
Bu durumda sormamız gerekiyor: Bu Rasmus Paludan denen adamın Kur’an yakmayı sürdürdüğü, daha da sürdüreceğini söylediği bildiriliyor. Peki, bizim İsveç’teki yurttaşlarımız, diplomatik temsilcilerimiz, özellikle Din Müşavirliği ve diğer dinî sorumlularımız bu aşağılık eylemleri durdurmak için –bazılarının “sert açıklamalar” yapmasının dışında- ne tür girişimlerde bulundular ve bulunuyorlar? Mesela –en basitinden- Amanah adlı oluşumdan, hatta kilise adamlarından destek aldılar mı? Sonraki muhtemel kötü girişimlere karşı yeterli tedbirleri var mı? Devlet olarak bu tür kötü girişimlere karşı hukuk, diplomasi, özelikle –Batı’da etkili bir güç olduğu bilinen- sivil toplum olarak ne kadar örgütlüyüz? Bu tür sorumlu kişiler ve dernek, vakıf, cemaat gibi sivil toplum yapıları böylesi sorunlar karşısında ne kadar eğitimli, bilinçli ve hazırlıklılar?
***
Bunları boş yere sormuyorum: Geçen haftaki yazım üzerine, çok değer verdiğim, bu işleri iyi bilen bir hukukçu, siyasetçi ve devlet adamı dostum aradı. Bizim, ülke olarak, bu gibi dış meselelerde kendimizden kaynaklanan sebeplerle yeterince etkili olamadığımızı, olay öncesinde yeterli ve önleyici çalışmalar yapmadığımızı anlattı. Nitekim bu Kur’an yakma olayı özelinde de Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) “Düşünce, Vicdan ve Din Özgürlüğüne” ilişkin 9. maddesinin verdiği imkânı etkili bir şekilde kullanmadığımızdan, hukuk ve insan potansiyelimizi iyi değerlendirmediğimizden yakındı. AİHM’in, daha önceki üç davada 9. maddeyi işlettiğini; kısaca, 10. maddedeki “İfade Özgürlüğü”nün, 9. maddedeki “Düşünce, Vicdan ve Din Özgürlüğü”nün ihlaline yol açacak şekilde kullanılamayacağına karar verdiğini hatırlattı.* Bizim İsveç hükümeti üzerine hukuk üzerinden gitmemiz gerektiğini söyledi. Batı’da çok iyi hukukçu vb. uzmanlarımızın bulunduğunu, ancak diğer potansiyellerimiz gibi –bazı sebeplerle- onlardan da yararlanmadığımızı anlattı.
Böyle eleştirilere kızacağımıza, dönüp kendimize bakmamız gerekir. Bu işler kızmakla değil, akıl ve adaletle yönetiliyor. Her olumsuzluğu başkalarına fatura edip, sorumluluğu üstümüzden atmak gibi milli bir kusurumuz var. Başkalarının duygularını yönetmek bizim elimizde olmayabilir; fakat kendi gücümüzü ve potansiyelimizi kullanmak elimizdedir.
* Sedat Erin Bey, Hürriyet’teki köşesinde (27 Ocak 2023) “AİHM içtihatlarına bakarsak Kuran-ı Kerim yakmak ifade özgürlüğü olabilir mi?” balığı altında, 10 yıl süreyle AİHM’de yargıç olarak görev yapan Rıza Türmen Bey’in Bir AİHM Yargıcının Not Defteri başlıklı kitabından alıntılayarak bu üç kararı özetledi; lütfen bakınız.