‘İbnü’l-vakt’ olmak gerek
Dürüstçe kabul edelim ki, son yıllarda toplum olarak bilhassa siyaset, sosyal medya vb. mecralarda çok sert, kırıcı, hatta –kasıtlı veya kasıtsız olarak- şiddete kışkırtıcı bir dil kullanıyoruz. Bu da “selam, müsâleme (barışçıl ilişki)” kelimeleriyle aynı kökten ve aynı anlama gelen “İslâm”ın öğretisiyle uyuşmuyor. Hele bu yıkıcı tavrı din adına sergilemek tehlikeli bir çelişki ve tahrif oluşturuyor.
Tarihte iyi günlerimiz de kötü günlerimiz de oldu. Ama işte şimdi buradayız, tarihin bu kesitinde bulunuyoruz. Yeniden iyi günlerimizi hazırlayacağımız gün bugündür. Geçmişteki yanlışlarımızı birbirimizi mahcup edip çökertmek için değil, kötü sonuçlarını tecrübelerle yaşayıp gördüğümüz o yanlışları bir daha tekrar etmemek ve bu suretle doğru olanı, Kur’ân-ı Kerîm’in tabiriyle her alanda “sırât-ı müstakîm”i bulmak için konuşmalıyız. Bu yolda birbirimizin bilgisine, fikrine, duruma göre birbirimize yanlışlarımızı göstermemize ihtiyacımız var. Gerçek insanlık düzeni böyle bir şeydir. Allah insanları birbirinin tecrübesinden, birikiminden yararlanma donanımında yaratmıştır. Bu donanımlarını yapıcı bir şekilde kullanan toplumlar zengin kültürler geliştirmişler, büyük medeniyetler kurmuşlardır. Bu, bizzat Peygamber efendimizin de halkını değiştirip dönüştürürken izlediği yoldur. O, yerine göre hikmetli bilgisiyle çevresini aydınlatmış, yerine göre kendisi onların bilgi, düşünce ve tecrübelerinden yararlanmıştır.
Günümüzde de en gelişmiş toplumlar, birbirlerinin tecrübelerinden en çok yararlanan, bilgileri ve fikirleriyle birbirlerinin ve ülkelerinin gelişmesine en çok katkı sağlayan, yanlışlarını en çok gören ve gösteren toplumlardır. Esasen sorunları konuşmanın tarzı konusunda dünya neredeyse ikiye ayrılmış durumda: Gelişmiş toplumlar sorunlarını akılları ve bilgileriyle konuşuyor ve sonuçta sorunlarını azaltıyor, maddi ve toplumsal zenginliklerini artırıyorlar. “Az gelişmiş” toplumlar ise sorunlarını içgüdüleri ve tepkileriyle tartışıyorlar; daha doğrusu sorunlarını tartışıyorlarmış gibi yaparken gerçekte, herhangi bir canlı topluluğundan farksız olarak, bireysel ve grupsal benlik ve çıkar kavgası yapıyorlar. Başkalarına acı çektirerek mutlu olan biri ne kötü bir canlıdır!
***
Tasavvufta çok değerli bir tabir var: “Sufi ibnü’l-vakt olmalıdır” denir. Yani elimizdeki yegâne kesin fırsat “şu an” olduğuna göre, onu değerlendirmeye bakmalıyız. Akif’in dediği gibi: “Geçen geçmiştir artık, ân-ı müstakbelse mübhemdir / Hayatından nasibin, bir şu geçmek isteyen demdir.” Bu değişmez bir gerçek olduğuna göre, birbirimizi hırpalayarak şu anımızı boşa, hatta zararına harcamak yerine, şimdimizi az öncemizden daha iyi ve daha güzel yapacak bir “hayırlı iş” (amel-i sâlih) ile bereketlendirmeliyiz. Ancak bu şartla bütün “an”larımızı ve dolayısıyla ömrümüzü kendimiz ve ailemiz için, milletimiz, dindaşlarımız, insanlık ve canlı-cansız tabiat için gerçek anlamda daha faydalı, daha hayırlı yaparız.
Yüce Allah, “Yeryüzüne sâlih kullarım vâris olacaktır” (21/105) buyururken, dünyaya ancak iyi, doğru ve yararlı işler yaparak yönetmeye layık ve uygun olanların (sâlihûn) hâkim olacağını açıklamıştır. Ve eğer inanıyorsak, aziz Kitabımızda Yüce Allah, “sâlih (iyi, doğru ve yararlı) işler yapan erkeklere ve kadınlara (dünyada) hoş bir hayat yaşatacağını, (ahirette de) yaptıklarını daha güzeliyle ödüllendireceğini” vaad ediyor (16/97).
Allah, bütün kullarına, duyguları ve içgüdüleriyle davranarak birbiriyle kavga etmeden, meselelerini akılla ve hikmetle konuşma yeteneğini vermiş, bundan ötesini de bize bırakmıştır. Şu halde niyet ve maksatları Allah’ın razı olacağı, insanların ve canlı-cansız çevrenin fayda göreceği işler yapmak veya yapılmasına öncülük etmek olan insanlar her alanda barışçıl dili ve işleri öncelerler. Müslüman toplumların kendi aralarında sergiledikleri çatışmacı dilin ve şiddet içerikli ilişki biçiminin sonuçta dinimize de toplumlarımıza da ne kötü geri dönüşleri olduğunu özellikle son bir asır içinde gördük; yaşadıklarımızı aklımızla fikrimizle değerlendirmeyi ihmal ettiğimiz için halen de görmekteyiz. Son yıllarda en acı örneklerini Afganistan, Irak, Suriye, Libya gibi Müslüman ülkelerde izlediğimiz çatışmacı dil ve eylem biçimi, bu toplumların hem iç huzuru ve barışını alt üst edip, sonuçları onlarca yıl sürecek büyük dramlara yol açmakta hem de o ülkeleri yeni sömürge alanları haline getirmektedir.