Havanda su dövmek
En sevdiğim deyimlerimizden biridir “havanda su dövmek”. İslâm ve Arap toplumlarının Filistin davası gibi ortak meseleleriyle ilgili toplantılarındaki durumlarını bundan daha güzel anlatan başka bir söz olamaz. İslâm ve Arap ülkelerinin havanda su dövmeyi rutin hale getirdiklerini görmemek için zihin körü olmak gerekir. Bunun son örneği, bu ülkelerin, İsrail terör devletinin son vahşeti ve şimdilerde insanlık için yüz karası bir adamın elinde dünya için gittikçe tehlikeli hale gelen ABD’nin hoyrat karar ve uygulamaları karşısında gösterdikleri acizliktir.
Eskiler, medreselerdeki skolastik eğitimin donukluğu, işe yaramazlığı ve saçmalığı üzerinden “Benim oğlum bina okur, döner döner gene okur” deyimini üretmişlerdi. Arap Birliği ve İslâm İşbirliği Teşkilatı gibi kurumların yaptığı da bu. Olacağına kendilerinin bile inanmadıkları; İsrail’in, ABD’nin ve dünyanın hiç inanmadığı üç beş temenni: BM’ye, şuraya buraya çağrıda bulunmak, şuradan şunu talep etmek, falanları şuna davet etmek vs.
***
Muhtemelen bu yazım için de “Zalim ABD’ye, Siyonist ve terörist İsrail devletine ağzını açmıyorsun da hep Müslümanları suçluyorsun” diyenler olacak. Fakat değerli okurlar! O dediğinizi Müslümanlar yetmiş yıldır yapıyorlar. Ama sorun şu: Sadece onu yapıyor, başka da bir şey yapmıyorlar. Asıl yapılması gerekenleri yapmıyorlar; hatta asıl yapılması gerekenler üzerine düşünmüyorlar bile.
Oysa İslâm İşbirliği Teşkilatı, Arap Birliği gibi yapılarıyla; aydınları, siyasetçileri, üniversiteleriyle bütün İslâm-Arap ülkelerinin asıl yapmaları gereken şey, şu yalın sorudan başlamaktır: Altmışa yakın İslam ülkesini, 1 milyar 600 milyon Müslümanı bir avuç İsrail karşısında böylesine etkisiz ve çaresiz duruma düşüren ana sorunumuz nedir? Müslüman toplumlar, neden bu hale geldikleri üzerine sistemli ve küllî bir şekilde düşünmek, bilimsel sonuçlara varmak, buradan yola çıkarak bir İslâmî aydınlanma çağını başlatmak zorundadırlar.
Şahsen kendi alanım açısından her vesileyle şunu söylüyor, yazıyorum: İslâm toplumları olarak bugünkü sıkıntılardan kurtulmak için –dini değil- bin yıldır donup kalmış olan dinî düşünce, bilgi ve yorumu, gelişmenin önünü açacak, çağın dayattığı sorunların çözümüne katkı sağlayacak şekilde yenilememiz gerekmektedir. Eski eğitim anlayışıyla yeni dünyanın sorunlarını çözen insanı yetiştiremeyiz. Bu, eşyanın tabiatına aykırı. İnsanımızın, paramızın pulumuzun çok olması yetmiyor. Yeni dünya yeni akıl istiyor.
***
İşte bu yeni akıl sayesinde Avrupa Birliği, üyelerini kalkındırmak için inanılmaz fonlar oluşturuyor. Öte yandan Filistin’de yokluk var, kıtlık var, ilaç yok, o yok, bu yok… Pekiyi İslâm ülkelerinin, topu topu iki milyon nüfusa yardım edecek paraları mı yok? 2017 hesaplarına göre dünyada kişi başına milli geliri en yüksek olan ilk on ülkeden dördü Müslüman; bunların dördü de Arap ülkesi.
Nerede kaldı Müslüman izzeti? O kalmadıysa nerede o ünlü Arap onuru? Konuyu çalışmış biri olarak söylüyorum: İslâm öncesinin bedevi Arapları şimdiki Arap zengini ve yöneticilerinden yüz kat daha onurluydu. Onur ve prestiji, aptalca zevklere para akıtmakta arayan şimdiki Arap zihniyeti -bırakın insaniyeti ve paylaşmayı en yüksek izzet ve değer sayan İslâm’ı- kendisinin ve halkının onuru uğruna gözünü kırpmadan malını da canını da feda eden Cahiliye kabile şefinden bile aradan geçen asırlar kadar uzakta.
Bu çağın gerektirdiği yeni akla sahip olmayınca onurunu korumak da mümkün olmuyor. Arap ve İslâm dünyasının şimdiki hali bu. İleride neler olacağını Allah bilir. Benim gibilere düşen, bir İslâm aydınlanmasını hiç olmazsa çocuklarımızın veya torunlarımızın gerçekleştirebilmesi için yeni dünyanın gerektirdiği akıl ve bilgiyi kazandıracak bir zihinsel dönüşümün tohumlarını atmaktır.