Gazâlî’nin İhyâ’sında akıl ve bağımsız düşünme
Muhtemel itirazlara cevap:
Konu Gazâlî olunca, onun filozoflara din üzerinden yönelttiği eleştirilerle Müslüman dünyada felsefî düşüncenin önünü kestiği ve dolaylı olarak bilimsel gelişmeyi durdurduğu şeklindeki –bence de kısmen haklı- gerekçelerle yazıklarıma itirazlar gelecektir. Bu itirazlara karşı itirazım şöyledir:
a) Gazâlî o eleştirileri yöneltmeseydi de o dönemlerin ağır kelâmî ve fıkhî dogmatizmi karşısında Müslüman dünyada felsefî düşünce ve bilimsel gelişme zaten sönecekti; sönmeye de başlamıştı.
b) Bizim dünyada felsefî düşüncenin ve bilimsel gelişmenin sönmesinin ana sebebi, Gazâlî’nin eleştirileri değil, o eleştirileri –Endülüs’te İbn Rüşd’ün yaptığı gibi- daha güçlü felsefî ve bilimsel gerekçelerle reddeden düşünürlerin İslam dünyasının doğu kesiminde yetişmemesidir. Bunun sebebi de yine ağır kelâmî ve fıkhî dogmatizmin Müslüman toplumlar üzerinde kurduğu mutlak hâkimiyettir.
Sonuçta her toplumun mirasında doğrular da yanlışlar da vardır. Entelektüel gelişmeyi yaşatan toplumlar, miraslarını tamamen reddetmek yerine, o mirasın –aşağıda sunacağım örnektekiler gibi- evrensel doğruları üzerine yeni doğrular eklemeyi başaranlardır. (Ne yazık ki, ülkemizde şimdi cemaat medreselerindeki alternatif dinî-dünyevi dogmatik eğitim üzerinden bu söylediğimin tersi yapılıyor.)
***
* “Akıl dört farklı anlamda kullanılır” diyor, Gazâlî:
1. İnsanı öteki canlılardan ayıran nitelik (doğuştan gelen yetenek),
2. Temyiz çağındaki çocuğun zihninde ortaya çıkan mümkün şeylerin olabilirliği, imkânsız şeylerin olamazlığı gibi ‘aklî bilgiler’ bütünü,
3. Hayatın akışı içinde tecrübelerden edinilen bilgiler bütünü,
4. Doğuştan gelen yetenek düzeyindeki aklın, olayların sonuçlarını önceden bilme ve peşin zevklere yönelik arzuları dizginleme düzeyine ulaşmış şekli (irade)” (Gazâlî, İhyâ, Kahire 1332, I, 85-86).
* “Aklî ilimler, dil ilimlerinden üstündür; çünkü hikmet (yüksek teorik ve amelî bilgiler) akılla kavranır… Akıl insanın en değerli yeteneğidir” (I, 13).
* “…Bilginin değerli oluşu akıldan gelir. Çünkü akıl bilginin kaynağı, doğuş yeri ve temelidir. Meyveye göre ağaç, ışığa göre güneş, görmeye göre göz ne ise bilgiye göre akıl da odur” (I, 83).
* “(Ünlü sufî) Sehl et-Tüsterî (ö. 283/896), (nefis terbiyesi için) günlerce aç susuz durmayı adet haline getiren müritlere, ‘Akıl sağlığınızı koruyun; zira kıt akıllılardan Allah dostu olmaz’ demişti” (IV, 158).
* İlim aklın meyvesidir… Yaşlılar gençleri ancak ilimle geçerler (I, 143).
* “… Allah aklı övmüştür. Eğer akıl kötülenecekse geriye övülecek ne kalır! ‘Asıl övülecek olan dindir’ (deniyorsa, o zaman), dinin sahihliği bilgisini nereden alıyoruz?” (I, 89).
* “Aklı tamamen bir kenara bırakıp sırf eskileri taklitle yetinmeye çağıran kimse cahildir; sırf akılla yetinip Kur’an ve Sünnet’in ışığından yararlanmayan da kendini aldatmıştır. Siz bu iki yanlıştan da sakınınız ve bu iki temel kaynağı (aklı ve dini) birleştiriniz” (III, 17).
* Kim ki… dilin dış anlamlarıyla sınırlı bir yoruma yönelir, sırf Arapça bilgisiyle Kur’an’dan manalar çıkarmaya yeltenirse çok büyük yanlış yapmış olur (I, 291).
* “Münazara (ilmî tartışma) yapan kişi, … hakikatin Ebû Hanife’ye ait görüşte olduğunu gördüğünde Şâfiî’nin görüşüne uygun düşenden vazgeçebilmeli; Sahabenin ve mezhep imamlarının yaptığı gibi kendi gördüğüne göre fetva verebilmelidir” (I, 43).
* “Rivayete göre, bir gün Resûlullah’a o kadar çok soru sorulmuş ki, sonunda şöyle demiş: ‘Ey insanlar! Her şeyin bir taşıyıcısı vardır; insanın taşıyıcısı da aklıdır (İnsan, aklıyla insandır; öyleyse biraz da kendi aklınıza sorun). Kanıt getirmede, kanıtları bilmede en iyiniz, akılca en üstün olanınızdır” (I, 84).