Din ve faiz
Bir not: Deprem münasebetiyle yapılan dua ve dilekleri ben de tekrarlıyorum. Ne zaman ki bizler, ülkemizde ve genel olarak İslam dünyasında insanımızın hayatı, saygınlığı ve değerinin, her türlü nefsani ve ideolojik hesaplarımızdan daha üstün ve önde olduğunu kavrarsak, bunu hayatımızın ilkesi haline getirip işlerimizi ona göre yaparsak, işte o zaman gücümüzü aşan musibetlerden bizi esirgemesi için Yüce Rabbimizin huzurunda dua etmeye de yüzümüz olacaktır.
***
Aslında önceki yazımda sözünü ettiğim riba konusu da insanın saygınlığı meselesiyle ilgilidir. “Riba”, “faiz”, “tefecilik”; adına ne dersek diyelim, dinimiz açısından işin özü şudur: İnsan, ilkesel olarak kendisi kadar değerli olan başka insanları kayba uğratıp onlara acı çektirerek çıkar sağlamayı hedeflememelidir. Ribanın yasaklanmasının ana sebebi ve haramlık gerekçesi budur. Kur’an riba sorununu ele aldı; çünkü Kur’an’ın “barbarlık ve kaos dönemi” anlamında Câhiliye adını verdiği dönemde ve ortamda riba temel bir insanî sorundu.
Gerçi Câhiliye döneminin saygın kişilerinden Velid b. Muğîre, “Kâbe’nin tamirinde ribadan, kumardan ve fuhuş ticaretinden gelen paraları kullanıp, kutsal mabedi pis paralarınızla kirletmeyin” demişti. Buna göre İslam’dan önce de ribaya iyi bakılmıyordu. Ancak o dönemin Hicaz coğrafyasında bildiğimiz anlamda bir devlet ve hukuk düzeni bulunmadığı için bu riba (tefecilik, faizcilik) sorunu çok ağırlaşmıştı. Dolayısıyla “Ben ahlak güzelliklerini tamamlamak için gönderildim” şeklindeki hadisinde nihai amacını açık biçimde ifade eden Peygamber efendimiz, vahyin aydınlatmasıyla riba sorununa bu amaç doğrultusunda hukukî bir çözüm getirdi. Çözümü Peygamber getirdiği için de konu dinin ilgi alanına girmiş oldu ve öyle de devam etti.
Eskiden ekonomi şimdiki gibi çok fazla bilgi isteyecek kadar sofistike bir alan değildi. İktisat, finans, maliye, endüstri, işletme, ticaret gibi spesifik alanların bilimleri, uzmanları yoktu. Bizde bu işler medrese ulemasına, müftüye, vaize, hocaya soruluyor, onlar da akılları erdiğince bir şeyler söylüyor, yazıyorlardı. O zamanlar Batıda da durum böyleydi. Nitekim orada da bugünkü köklü üniversitelerin asılları teoloji (ilâhiyat) okulları idi.
Eski çağlarda Yahudilik ve Hıristiyanlıkta da faiz yasak bilinirdi. Ancak Batıda ticaret ve sanayiin gelişmeye, finans ihtiyacının artmaya başlamasıyla birlikte Hıristiyanlıkta faiz yasağının giderek gevşediği, nihayet 1789 Fransız ihtilali sonrasında kanunların belirlediği sınırlar içinde faizli işlemlere resmen izin verildiği görülür (bkz. DİA, “Faiz md.).
***
Galiba Müslüman toplumlar olarak önemli sorunlarımızdan biri, aramızdaki güven eksikliğidir. Bu da -her tarafta gördüğümüz gibi- bir çatışma psikolojisi ve pratiği üretiyor. Örnek olmaları beklenen din âlimleri ve ilâhiyat hocalarıyla siyasal İslamcılar, başka birçok konuda olduğu gibi riba/faiz meselesinde de çağdaş ekonomistleri, para ve finans uzmanlarını kategorik olarak tefecilerin ve soyguncuların tarafındalarmış gibi algılıyor, o nedenle de faiz konusunda onlara güvenmiyorlar. Oysa ki, insanın insanı sömürdüğünü görmek ve buna karşı çıkmak için illa da din âlimi olmak gerekmez. Dünyada da buna karşı çıkan milyarlarca insan var. Alanın gerektirdiği bilimsel bilgi bakımından din âlimlerine göre daha donanımlı olan her temiz vicdanlı ve ahlaklı insan da insanları kayba uğratıp onlara acı çektirerek çıkar sağlanmasından nefret eder. Buna karşılık din âlimi olduğu halde insanı önemsizleştirici uygulamalara destek verenler de bulunabilir.
Son bir not: “Fıkıh ve fıkıh âlimleri bu faiz meselesinin neresinde?” derseniz, benim cevabım “hem dışında hem de merkezinde” olacaktır: Yasallığı, kapsamı, kuralları, uygulanışı, yönetimi gibi konularda meselenin dışında; sistemin zulüm mekanizması olarak işletilmesine, insanın çıkar nesnesi olarak görülüp istismar edilmesine karşı verilen mücadele konusunda ise en önlerde…