Büyük sorunumuz: Skolastik dinî öğretim
Latince schola (okul) kelimesinden gelen skolastik (scholasticus), “okul felsefesi” demekmiş. Batı Ortaçağında 1000 yıldan fazla eğitim kurumlarına hâkim olan bu anlayış ancak 1500’lerden itibaren sorgulanmaya başlandı. Kısaca kilisenin benimsediği inanç, felsefe ve bilgilerin tartışmasız doğru ve yeterli olduğu fikrine dayanır ve bunların öğrencilere mutlak kabul ettirilmesini hedefler.
Bu eğitim zihniyeti günümüzden 1000 yıl kadar önce İslam dünyasına geçti ve özellikle dinî öğretimde halen devam etmektedir. Buna göre eski yanılmaz nesillerce (selef-i sâlihîn, kurûn-i fâzıla) ‘doğrular’ eksiksiz söylenmiştir; bize düşen onları anlamak-anlatmak, okumak-okutmaktır. Böylece geçmişe saygı ve ondan yararlanmanın yerini geçmişi kutsallaştırma ve onu taklit aldı. Bu eğitimin günümüzdeki işlevselliğini sorgulama ve “selef kutsayıcılığı”nı aşma yönünde herhangi bir başarılı faaliyet şimdiye kadar olmadı; yakın vadede de olacağa benzemiyor. Bunun başımıza açtığı bela ise kısaca şu gerçektir:
Elli küsur Müslüman ülke içinde bilim, teknoloji, ekonomi... alanlarında kendine yeterli; başkalarının ürettiğini tüketmekle kalmayıp kendisi de dünyadaki bilimsel gelişmelere, insanlığın huzuruna; insan hakları, ahlâk, hukuk gibi değerlerin zenginleştirilmesine katkı yapan bir tek ülke yok. Diğer bütün sıkıntılarımız bu ana sorunun, bu da skolastik dinî öğretimin kaçınılmaz sonucudur.
Skolastik dinî öğretimin oluşturduğu koyu karanlık psikolojik ortamda içeriden; onca din âlimi, ilâhiyatçı vs. arasından bu köhnemiş eğitimin ve onun oluşturduğu genel dinî zihniyetin yaşanan sorunlardaki rolünü görüp dürüstçe ifade eden etkili bir kitle çıkmıyor, buna fırsat verilmiyor. Müslüman dünyada böyle bereketli bir müzakere kültürü oluşsaydı, temel özelliği “selef kutsayıcılığı” olan bu dinî öğretim bin yıldır istifini bozmadan devam eder miydi?
***
“Çözüm göstermiyorsunuz” diyenlere sorarım: “Bizi gittikçe kötürümleştirdiği ve artık son 150-200 yılda iyice tükettiği apaçık ortada olan bu eğitim anlayışımızı -İslam’ın asli kaynaklarından kopup soysuzlaşmadan- değiştirmeliyiz; çağın masum insanî taleplerini karşılayacak şekilde yeniden inşa etmeliyiz” demek bir çözün önerisi, hatta önerinin birinci maddesi değil midir?
Devlet okullarından camilere, cemaat okullarından kim bilir başka hangi legal-illegal oluşumlara kadar, topyekûn sürdürdüğümüz skolastik dinî öğretimin -hiç üzerinde durulmayan- korkunç bir sonucu daha var: Bu yapı sadece bilim ve teknolojide gelişmemizin önünü tıkamakla kalmıyor; aynı zamanda dünya hevesleri karşısında bireylerin ve kitlelerin gerçek ve içtenlikli dinî duruşunu, ahlâkî direncini zayıflatan, üfleyince çöken bir sahte dindarlık da geliştiriyor. Mezhepçilik, tarikatçılık, cemaatçilik gibi oluşumların kolayca yoldan çıkmaları, keza son zamanlarda yayıldığı söylenen deist ve ateist akımların alan bulması, skolastik din öğretiminin insanımızı bid’atlere, hurafelere ve her türlü savruk görüşlere açık hale getirmesinin sonucudur. Saygın bir fıkıh âlimimizin sözü: “Ahlakı dışarıda bırakırsak, insanın insanı mağdur etmesi için en güzel fırsatlar fıkıh kurallarında, klasik fıkıh literatürümüzde var. Bu literatürü iyi değerlendirirseniz mağdur edemeyeceğiniz, kandıramayacağınız insan yoktur.” Günümüzde bazı çevreler, ‘hîle’ci, yoldan çıkarıcı veya yüz kızartıcı malum fetvalarını, ahlakın dışarıda bırakıldığı geleneksel fıkıh kitaplarından almaktadırlar.
***
Böyle vahim durumların sebebinin dinimiz, Kitabımız, dinî mirasımız olduğu elbette söylenemez. Yıllardır bu mesele üzerine okudum, dinledim, yazdım, tartıştım, kafa yordum. Sonunda ana sebebin “selef kutsayıcılığı” diye özetlediğim akıl tutulması olduğuna dair kanaatim kesinleşti. Çünkü selef kutsayıcılığı bizi ters yöne götürüyor; hedefe ulaşmak için önce bunu kabul etmek, sonra da kör inadı bırakıp doğru tarafa dönmek zorundayız. Sonrası kolay… Tıpkı şu yolcu gibi: Adam yolda gidiyormuş. Karşılaştığı biri ona “Nereye gidiyorsun?” demiş. Adam “Mekke’ye” deyince diğeri, “Ama böyle gidersen Mekke’ye değil, Bağdat’a varırsın” demiş. Dinî öğretimde bizim durumumuz buna benziyor. Bu öğretimin hem içeriğini hem yöntemini tepeden tırnağa düzeltmedikçe hiçbir sorunumuzu çözemeyeceğimizi, iki yüz yıllık tecrübeye rağmen hâlâ anlayamadıysak çok yazık!