Büyük Çağrı
Geçen haftaki yazımı okuyanlar hatırlayacaklar; başlığımız “Aman birlik olunuz!” şeklindeydi. Bu bir hadis cümlesidir. Müslüman toplumlar olarak bunca yaşadıklarımıza rağmen hâlâ bu Peygamberî çağrının önemini kavrayamadıysak peygamberliğin anlamını da kavrayamamışız demektir. Resûl-i Ekrem, bu büyük çağrısının gereğini risâlet görevinde önce kendisi yerine getirdi. Yüzlerce, belki binlerce yıl birbirlerini öldürerek, birbirinin malını mülkünü, hatta karısını kızını yağmalayarak yaşamış bir şiddet topluluğunu siyasal uzlaşma toplumuna dönüştürmeyi en önemli davalarından biri yaptı. 23 yıl boyunca bunun inanç, ahlak, hukuk ve güvenlik temellerini oluşturmak için çalıştı.
Resûlullah toplumsal kaynaşmaya o kadar önem verdi ki, “Heyetler Yılı” diye tarihe geçen hicrî 9. yılda, çoğu samimi bir inanç dönüşmesi yaşamadan, siyasal ve ekonomik amaçlarla sözde Müslüman olan (Kur’an böyle der; bk. Hucurât 49/14) toplulukları kabul edip toplumsal ve siyasal birliğe kattı. Medine’ye geldiğinde dostlarıyla birlikte kerpiçten bir ev yapıp üstünü hurma dallarıyla örtmüştü. On yıl sonra yine bu evceğizde Aişe annemizin dizinde “Refîk-ı Âlâ”sına göçtü. O, tarihte sarayı olmadan ölen ilk ve –dört halifesi dışında- tek devlet başkanıydı. Ama bütün Arap yarımadasını ve Arap halkını tek bayrak altında birleştirmişti. Onun açtığı yolda Araplar ve sonraları diğer Müslümanlar, inişli çıkışlı da olsa, üç kıtada büyük devletler, insani değerlerle bezeli yüksek uygarlıklar kurdular.
Çağımızda Müslüman toplumlar belirttiğim yüksek uygarlığı oluşturan değerleriyle; kültürel, tarihî dinî, millî vs. kimlikleriyle kendileri kalarak –çünkü ancak kendileri kalarak nesne değil özne olurlar- hem birbiriyle hem de “global köy”ün sâkinleriyle bir arada yaşamayı ilke olarak benimsemelidirler. Toplumlarımıza bu uzlaşı kültürünü kazandıracak olan da akademisyeniyle, ilâhiyatlısıyla, Diyanetlisiyle aydınlarımızdır. Çünkü yaşadığımız dünya, eski ulemamızın o günkü gerçekler karşısında “dârulislam-dârülharp” diye ikiye ayırdıkları dünya değildir. Nitekim –biz dâhil- günümüzün Müslüman devletleri, başka bir Müslüman devlete karşı halkı Müslüman olmayan devletlerle ittifaklar yapabiliyorlar. Aynı durum, iç ihtilaflarda, “İslamcı” olan ve olmayan kesimler arasında da görülmektedir, şartlara göre bu da yanlış değildir.
***
Müslüman toplumlar, aklıselimin ve temiz vicdanın yararlı ve iyi bulduğu görüş ve düşünce farklılıklarını elbette sürdüreceklerdir. Çünkü her hayırlı alanda gelişme ve yükselme ancak farklı fikir ve projelere özgürlük alanı açmakla olur. Ama aklın ve vidanın kontrolünden çıkan ihtilafların toplumları büyük krizlere kadar götürebildiği de görülmüştür, bugün de bizim dünyada görülmektedir.
Duygularımızın ve ahlâkî olmayan hesaplarımızın zincirlerinden kurtulup aklımız, sağduyumuz ve vicdanımızla bakmayı başarabilirsek, bir buçuk asırdan beri, özellikle de son yıllarda derin bir toplumsal zihin ve duygu çatlaması yaşadığımızı görürüz. Başta sosyologlar, psikologlar, siyaset bilimciler, ilâhiyatçılar olmak üzere, toplumlarımızın nice fedakârlıklarla yetiştirdiği aydınlarımız bu sorunu görmüyorlarsa onca fedakârlıklara yazık olmuştur; görüyor da ses çıkarmıyorlarsa durumumuz daha da vahim demektir. Çünkü ekonomik vb. sıkıntılar bugün kötü olur, beş-on yıl sonra düzelir. Ama toplumsal çatlamaların düzelmesinin asırlara mal olduğunu tarih göstermektedir.
Şunu da belirtmeliyim: Eğer dünya görüşümüz, ideolojimiz, ideallerimiz, aynı ülkeyi, aynı tarihi, aynı medeniyet ve kültür değerlerini paylaşan insanlarımızın zaman geçtikçe derinleşen parçalanmalarına yol açıyorsa, gelecek nesillere bile acılar üretiyorsa, o zaman oturup dünya görüşümüzü, ideolojimizi, ideallerimizi gözden geçirmeli, kendimizi sorgulamalıyız.
Bu arada bazı yazılara düşülen yorumlarda, daha yoğun olarak sosyal medya paylaşımlarında kullanılan öfkeli, küfürlü, çatışmacı, tekfirci, kinci, çoğu oldukça da şımarık ifadeler, eminim ki, her erdemli, iffetli, vicdanlı ve sağduyulu insanımızı toplumumuz adına kaygılandırmaktadır. Hele böylesi bir şiddet üslubunu din adına kullananlar, bunu Peygamberî edeple nasıl bağdaştırabildiklerini sorgulamalıdırlar. Toplumumuzu neredeyse ortadan ikiye bölen duygusal çatlamayı gün geçtikçe daha da derinleştiren şimdiki kaygı verici gelişmeler karşısında şahsen en büyük güvencem, milletimizin kahir ekseriyetinin sessiz ama son derece etkili ve başarılı itidal ve sağduyusudur.