Bunlar koskoca Osmanlı’da oldu
Herkesin malumu: İslam toplumlarının, bugün de bütün hararetiyle güncelliğini koruyan bir derdi var: Faiz-ribâ meselesi. Konunun önemi ortada: Bazı insanların sıkıntı ve ihtiyaçlarını karşılamak, sermaye yapmak için paraya ihtiyaçları var; bazılarının da ihtiyaçlarından fazla paraları var. Hem din hem de insaniyet, ihtiyaçların da fazla imkânların da paylaşılmasını ister. Kur’ân-ı Kerîm de paylaşmayı, infak ve ihsanı öğütler. Bu olmazsa ihtiyacı olanlara faizsiz borç verilmesini ister; bu şekilde borç verenleri “Allah’a güzellikle borç verenler” diye anar.
Ama –belli yükümlülükler dışında- olağan şartlarda kimse illa da iyilik etmeye, borç veremeye zorlanamaz. Tıpkı fazla evinizi kiraya vermek yerine birini kirasız oturtmaya zorlanamayacağınız gibi. Kredi alma–verme de böyle bir şey. Doğal olarak bu konuda iki tarafın da mağdur edilmeyeceği bir çözüm beklenir. Bu çözümü de insanların böyle konularda adaletli hakem olsun diye keşfettiği devlet ve onun yargı organı sağlar. Fıtrî (skolastik prangaya vurulmamış) akıl ve vicdanın hükmü budur.
Dünyanın başka birçok yerinde olduğu gibi İslam’ın ortaya çıktığı zaman ve coğrafyada da insanlar arasında ekonomik uçurumlar vardı. Zenginler çaresiz yoksulları “riba” denilen tefecilikle soyuyorlardı. Kur’ân-ı Kerîm bu durumu, hedeflediği insaniyet ve ahlak düzenine aykırı bulduğu için ribayı yasakladı. Peygamberimizin Medine hayatı on yıldan ibarettir. Ondan sonrasında –bazı esnetme teşebbüsleri olduysa da- ulemanın katı riba yorumu ve mutlak yasakçılığı günümüze kadar sürdü. Fakat bu katılık İslam toplumlarında gittikçe artan bir sıkışmaya, her alanda ağır sonuçlar doğuran finans ve büyüme sorunlarına sebep oldu.
***
Bugünlerde dostum M. Akif Aydın Bey’in İSAM’dan çıkan OSMANLI HUKUKU: Devleti Aliyye’nin Temeli adlı nefis eserini okuyorum. Bende takıntı haline gelen “ulema sorunumuz”a ve Müslüman dünyanın bugünkü hallerinin birinci sebebinin hâlâ devam eden ulema sorunumuz olduğuna dair kanaatimin haklılığının bir kanıtını sunacağım, hocamızın kitabından. Bu kanıt, Osmanlı ulemasının “muâmele-i şer‘iyye” ve “para vakıfları”yla ilgili tartışmaları (s. 131-148); insana “Bunlar koskoca Osmanlı’da mı oldu?” dedirtecek tartışmalar.
Hocamız, Muâmele-i şer‘iyye’de işlemin –kendi deyimiyle- ne kadar “şer‘î” olduğunu şöyle anlatıyor: “Bu yolla bir kimseye borç para verecek kimse [alacağı fazlalığın güya şeklen faiz olmaması için] genellikle önce ona bir malı vadeli olarak satmaktadır… Sözün gelişi… 10.000 liraya ihtiyacı olana kredi verecek kimse, bir sene sonra ödenmek üzere 11.000 liraya bir malı satmakta, sonra aynı malı 10.000 liraya peşin olarak geri almaktadır. Böylece ihtiyacı olan kimse 10.000 liraya kavuşmuş, karşı tarafa da görünüşte satım akdinden doğan 11.000 lira borçlanmıştır” (s. 143).
Düşünebiliyor musunuz: İbn Kemal, bu uygulamanın hileli ve gayrimeşru olduğunu söyleyenlerin kâfir olup imanlarını yenilemeleri, aksi halde idam edilmeleri gerekeceğini savunmuş! (s. 136)
Verdikleri kredilerin getirileriyle kamu hizmetleri yapmak üzere kurulan para vakıfları tartışmaları ayrı bir festival! Çivizâde para vakfının ateşli karşıtı; Hatta padişahı ikna edip, uygulanmakta olan bu usulü yasaklayan bir ferman bile çıkarttırmış. Oysa Şeyhulislam Ebüssuud bu vakıflar lehine fetva vermişti. Neyse ki her zaman ulemanın da üstünde itibar gören sufiyyeden Sofyalı Bâlî Efendi padişaha para vakıflarının verdiği hizmetleri anlatmış da yasak kalkmış.
Bu garip formülleri üretenler de buna karşı çıkanlar da koskoca şeyhülislamlar, kazaskerler. Birinin referansı dokuz yüzyıl önce yaşamış Ebû Hanîfe, diğerinin referansı ondan farklı düşünen öğrencisi İmam Muhammed, bir başkasınınki ikisinden de ayrılan diğer bir öğrenci Züfer vs… Asırlar önceki bu insanların Osmanlı sorunlarını çözecek akılları, fikirleri, yetkileri var; ama üçü de şeyhülislamlık yapmış İbn Kemal’in, Ebüssusud’un, Çivizâde’nin yok!..
Keşke ulemamız, o zengin bilgilerini ve parlak zekâlarını –Akif Hoca’nın tabiriyle- böyle “faizi gizleme” hileleri aramak yerine, ümmetin hayrına olan dürüst ve ahlâkî çözümlere kullansalardı belki de Osmanlı gözlerinin önünde erimezdi.