Notlara dönüş (2)
Nitelikli akademisyen İbrahim Şahin’in Kurgan dergisinin Ocak-Şubat 2014 tarihli sayısında yayımlanan Dil, İktidar ve Sembol başlıklı yazısından bir not almışım, önce onu paylaşayım: “Dildeki bozuluş, dağılma, gramatikal altüst oluşun bir göstergesidir. Dilin bilincimizde kurduğu iktidar, dizilişindeki düzen ya da düzensizlikle ilgilidir. Algı, tasnifi bu dizilişin doğasına göre yapar. Eğer dilin düzeni bozulmuşsa, düzenli dilin iktidarı da sarsılmış demektir.” “Gramatikal altüst oluş “ yani dilbilgisi kurallarına aykırılık, elbette üzerinde durulmaya değer bir husus ve dilbilim üzerine yapılan çalışmaların ana konularından. Fakat, “dildeki bozuluş, dağılma” büyük ölçüde teknik değil, bir ölçüde teknolojik, ama daha çok kültür ve medeniyet bağlamında yaşadığımız trajik dönüşümün doğurduğu bir zihniyet meselesi olup aşılması zor bir engel olarak önümüzde duruyor. Boyunduruğu altına girdiğimiz ‘kargo kültür’den dilimizi soyutlayamayız. Yabancı fikirlerle, yaşantı tarzları ile şekillenen zihnî tasavvurumuz, Türkçe ile mesela İngilizce kelime ve kavramları kullanmada bir fark görmemeye başlar. Hatta kimi ünlü yazarlarımızın da dillendirdiği gibi ‘iki dilli’ olmada bir beis görülmez olur. Bu hâlin örneklerini yani “dilin iktidarı”nın çökertildiğini, sokakta, okuduklarımızda, dinleyip seyrettiklerimizde elimiz kolumuz bağlı görüyoruz. Uzun yıllar, Türk Dil Kurumu’nun başını çektiği “Öztürkçecilik”le dilimizin altüst oluşuna destek veren Emin Özdemir bile, iş işten geçtikten sonra “Bugün Türkilizce diyebileceğimiz bir dil konuşuluyor” diyerek yakınır hâle gelmiş. Gel de ‘ört ki ölem! ‘ deme.
***
16 Mart tarihli Hürriyet kitapsanat ekini mercek altına alarak notlarımıza dönelim. Ünlü bir çevirmen olan Neyyire Gül Işık, Andera Camilleri’nin romanını Unvansız Maktul adıyla dilimize kazandırmış. Kitapta A. Ömer Türkeş’ten naklen, şu ifadeyle karşılaşınca garipsiyorsunuz: “… adına kamuoyu dedikleri düşünüş tarafından…” Kamuoyunu “düşünüş” olarak nitelemek rastgele bir karşılık olmaktan öte bir anlam taşımıyor. Asıl üzerinde durmak istediğim yazı Ekin müzik yazarı olan Serhan Bali’ye ait. Özellikle Batı müziği söz konusu olduğunda yazılanlarda yabancı kelime ve kavramlar resmigeçitiyle karşılaşıyoruz. Jargon yani uzmanı tarafından kavranabilecek bir dil tercih ediliyor. Bu hâl adeta ‘seçkin olma’nın gereği gibi görülüyor. Düpedüz aydın yabancılaşması örneği olan yazıda garip bir dil keşmekeşine de rastlıyoruz. Yanlış da olsa eski dile de yer veriyor: “… ülkemiz sathı mailinde…”nin yanında bakın ne kadar Batılı duruyor. Yazının başlığı ‘Şeytanın kemancısı’ Radulovic. Bir kişi ile ilgili böylesi bir niteleme ne tür bir aklın ürünü olabilir? Devam edelim:
“Modest (Mütevazi demekmiş) Mussorgski’nin…”
“… ‘armoni gurusu’ (öğretmeni) Korsakov’un…”
“… pizzicato …” (tırnakla tel çekme demekmiş)
“Cüneyt Sermet sayıları çok azalan bir kuşak Türk dervişinin son halkalarından biriydi.” (Dervişliği ne menem olabilir?)
İşi bir yemekte olduğu gibi tatlıya bağlıyor: “ … bu görüşleri bana sorarsanız güzel bir pastanın içindeki ‘ croquant’ lardır.” (Şekerlemelerdir demek istiyor.)
Kullandığınız dil, seçtiğiniz kelimeler sizi vezir de eder, rezil de. Sözünüz inandırıcı olmazsa size kargalar bile güler. Bu yazdıklarım Cumhuriyet gazetesinin “Tek adam, tek ses” üst, “Doğan Grubu Demirören’lere satıldı” alt başlıklı haberinden mülhem. Haberin ilk cümlesi şöyle: “Artık kamuoyu gerçekleri sadece Cumhuriyet gibi birkaç bağımsız ve tarafsız yayın organından öğrenebilecek.” Bu habere olsa olsa, “kendisi çalıp kendisi oynuyor” denir.
İsimlendirmeye güzel bir örnekle bağlayalım: Dünya edebiyatının büyük ismi Cengiz Aytmatov’un ünlü eseri ‘Kılım Karıtar Bir Kün’ün Türkçeye tercümeleri şu isimlendirmelerle yapılmış: Gün Uzar Yüzyıl Olur (Cem Yayınevi) ve Gün Olur Asra Bedel (Ötüken Neşriyat). İkisi de güzel, fakat ikincisinde bana göre bir şiiriyet de var. Ayrıca Aytmatov’a daha uygun gibi.