Yavaş yavaş zehirleyen göçmen karşıtı nefret
Göçmen sorununun varabileceği en tehlikeli aşama, bu sorunu sağlıklı bir şekilde tartışanların bile çekindiği bir atmosferin oluşması. Toplumda sağduyunun sesi olması gerekenler dahi çığ gibi büyüyen nefret söylemine karşı sesini çıkaramaz hale gelince, sorun sadece göçmenler için değil çoğunluk toplumu için de bir tehdit haline gelmiş demektir.
Mekanizma genelde şöyle işler: Çoğunluk toplumu yaşadığı tüm ekonomik, kültürel, sosyal sorunları göçmenlere yansıtır. Göçmenlerin yaptığı bireysel hatalar tüm göçmenlere mal edilir. Göçmenlerin kamuoyunda kendilerini savunma imkanları zaten yoktur. Bu ötekileştirme söylemi, varlığı kamuoyunun taktirine bağlı siyasetçiler tarafından pervasızca kullanılır. Tabi bu ranttan istifade etmek isteyen sanatçılar ve gazeteciler de boş durmaz. Türkiye hızla bu noktaya ilerliyor.
Elbette Türkiye’nin göçmenler sorunu var ve bu soruna toplumu ikna edecek makul çözümler sunmak gerekiyor. Türkiye bu sorunu sağlıklı bir şekilde konuşmayı maalesef yıllarca ihmal etti. Bunun neticesinde ise mültecileri hakları olabilecek bir birey olmaktan çıkartan genelleyici, aşağılayıcı, dışlayıcı bir üslup, göçmen konusunu konuştuğumuz bağlamın vasatı haline geldi. Bu aslında büyük bir açmaz.
***
Yaşanan herhangi bir sorunda toplumsal linç üslubu baskın çıkıyor ve göçmenlere karşı zaten var olan nefret daha da artıyor. Konunun sağlıklı bir zemine çekilmesi için hem siyasetin ve devletin hem de sivil toplum örgütlerinin daha cesur davranması gerekiyor.
En ufak bir hatayı işleyen göçmenin dahi hemen sınır dışı edilmesi toplumsal tansiyonu belki düşürebilir ama adalet duygusuna kalıcı hasarlar verir. Göçmenlere karşı verilen abartılı tepkiler er ya da geç kendi toplumsal sorunlarımıza verdiğimiz tepkilerde de kendisini göstermeye başlar. Hukuk, adalet dağıtmaya uğraşırken bir anda kendisini toplumsal linç beklentilerinin baskısı altında bulur.
Türkiye bu sorunu çözmeye muktedirdir ve Türk toplumu da ülkemize sığınmış mültecilere karşı hoşgörülü ve yardımsever bir toplumdur. Bu bir zafiyet değil iftihar edeceğimiz bir haslettir. Biz sürekli kötü örneklerden bahsediyoruz ancak Türkiye’nin birçok kentinde ekonomik ve sosyal uyumunu iyi kötü sağlamış milyonlarca göçmen yaşamaktadır ve bu göçmenler tüm şoven söylemlerin aksine Türkiye için kazanımdır.
***
Dünyada göçmen sorunu ile mücadele eden yegane ülke biz değiliz. Göçmenler konusunda başarılı olan ve bunu demografik gerçeğinin bir parçası haline getiren tüm ülkeler göçmenlerin ekonomik ve sosyal uyumu konusunda başarılı mekanizmalar geliştirmiş ülkeler.
Türkiye’deki göçmenlerin hepsi geri gitsin düşüncesi, dünya göç tarihi açısından bakıldığında gerçekçi ve mantıklı bir talep değildir. Göç tartışmalarında dikkatleri ekonomik ve sosyal uyuma yöneltmemiz gerekiyor. Bu aşağılamak, dışlamak ve yok saymakla başarılmaz. Kaldı ki göçmenlerin ve özellikle Suriyeli göçmenlerin uyumu konusunda başarılı bir Gaziantep örneği var.
Bu kentte de elbette göçle birlikte yaşanan sorunlar var. Ancak yaklaşık 500 bin Suriyelinin yaşadığı Gaziantep’te hem devlet hem belediye ve hem de sivil toplum örgütleri sürekli eğitim ve iş hayatı ile ilgili yeni projeler üretip soruna çözüm arıyor. AB yardımlarından da istifade edilerek okullaşma, genç kızların ve kadınların eğitimi, Suriyelilerin iş hayatına dahi olması vs. gibi alanlarda sayısız proje uygulanıyor. Gaziantep yoğun göçmen nüfusuna rağmen en az “sorunun“ yaşandığı kent. Mülteciler sorun olarak değil toplumun bir parçası olarak görülüyor. Gaziantep örneğinin Türkiye’ye daha iyi anlatılması gerek.
***
Göçmen sorununun artık hızla tahrik konusu olmaktan çıkarılıp gerçekçi bir zeminde tartışılması gerekiyor. Sorunları da görmezden gelmeden yapıcı bir söylem yakalamamız elzem. Göçmen karşıtı popülizm, göçmenlere verdiği hasarın daha fazlasını yerlilere verir. Dünya göç ve azınlık tarihi bunun sayısız örnekleri ile dolu.