Sosyal medyadan felaket takibi
Osmanlı dönemi İstanbul’unda binalar ahşap olduğu için çok sık yangınlar çıkar ve binaların büyüklüğüne göre bu yangınlar bazen günlerce sürermiş. Zaman içinde bu yangınları izlemek gibi bir seyir alışkanlığı oluşmuş. Gece boyu süren yangınları birçok kişinin battaniyelerini de yanına alarak izlemesi kent kültüründe yer bulan bir davranış haline gelmiş. Yani evini barkını kaybedenler için ateş düştüğü yeri yakarken, bu felaket birçok izleyici için gecenin karanlığını aydınlatan bir ışık şöleni haline gelmiş.
İzmir’de yaşanan son deprem felaketini, sosyal medya üzerinden takip ederken, insan kendisini eski İstanbul’da battaniyesine sarılıp yangınları izleyenler gibi hissediyor. Her depremde ortaya çıkan sayısız uzman, ilgi canavarı sosyal medya hesapları, bu rating yarışında ne pahasına olursa olsun rakiplerinden geri kalmamaya şartlanmış klasik medya mensupları, enkazdan elde edebilecekleri medyatik fayda için, amansız bir yarışın içinde. Yıllardır alışık olduğumuz beylik klişelerle ümit, dram, acı unsurlu, daha önceki felaketlerden akıllarında kalan söylem bayağılıklarını, üzerimize boca ediyorlar.
Biz de dakikalar içinde onlarca kez gördüğümüz trajik sahnelerin birisinden hemen bıkarken, diğerini görmek için merak ve heyecanla yeni görüntüler peşinde tıklayıp ekran kaydırıyoruz. Depremle ilgili tüm görüntüleri defalarca izleyip açıklamaları ve açıklamalar hakkındaki tüm yorumları okuduktan sonra sıkılıp ilgimizi yeni trendlere yöneltiyoruz.
* * *
Ancak ateş İzmir’de de düştüğü yeri yakıyor. Kuvvetle muhtemeldir ki, siyasi polemik potansiyeli taşıyan unsurlar bulunmadığı müddetçe bu felaketi de bir haftaya kalmaz unutur yeni gündemlere geçeriz. Deprem gibi bir felaketten, yapısal dersler çıkarıp önlem alma kabiliyetimiz olmadığı için İzmir depremi de sansasyon hacetimizi giderdikten sonra unutulup gidecek.
Deprem bölgesinde yaşayan Türkiye için kaçınılmaz olan kentsel dönüşümün, rantsal bölüşüme dönüşmesi, zannedildiği gibi sadece müteahhitlerin değil, nesillerdir genlerimize işlenmiş gayrimenkul aç gözlülüğünün de bir neticesi. Marmara Depremi bile bu aç gözlülüğümüzü aşmak için yeterli bir ders olmadı.
O tarihten bu yana meydana gelen depremler de şiddet derecisine göre, geçici olarak sansasyon ihtiyacımızı giderdi ve unutulup gitti. Hiçbir ciddi toplumsal sorun karşısında ortak kanaat oluşturma kabiliyetine sahip olmayan Türkiye, ders çıkarabileceği musibetleri, nasihatlere yeğleyerek varlığını sürdürmeyi devam edecek.
* * *
Bu zannedildiği gibi sadece iktidarların suçu değil, muhalefeti, medyası, STK’ları ve diğer ilgili kurumları ile sergilediğimiz kolektif irade zafiyetinin tabii sonucu. Diğer depremlerde olduğu gibi bu deprem de, dramatik sahneler sunmayı sonlandırmasından itibaren, bir iki gün de artçı siyasi polemiklerle gündemi meşgul edecek. İzmir gibi Türkiye’deki siyasi kutuplaşmayı gösteren daha güzel bir örnek olmadığı için, bu polemiklerin diğer depremlere göre biraz daha uzun sürmesi ise çok yüksek bir ihtimal.
İnsanlığın var oluşundan beri en temel ihtiyacı olan barınma Türkiye’de tehdit altında. Tabiat bunu bize aralıksız olarak açık ve net bir şekilde sürekli hatırlatıyor. Trajik olan bu sorunu çözmek iyi kötü ekonomik ve teknolojik imkanlarımız olduğu halde hale çözüm için ciddi adımlar atmamış olmamız. Bu aymazlığımız tabiat bize başka bir imkân bırakmadığı ana kadara devam mı edecek?