Reforma bağışıklık kazanmış toplum
Yargı Reformu Paketi ve milli eğitimde köklü bir dönüşüm vadeden Orta Öğretim Tasarımı ile birlikte kısa sürede iki dönüşüm projesinin beyan edilişine şahit olduk. Tepeden inme reformların tabana yayılmadan unutulup gittiği sayısız örneği yaşayan toplum, her iki reformdan da fazla heyecan duymadı. Reformların iyi niyetle düşünülüp sonra unutulması nerdeyse milli bir gelenek. Köklü dönüşüm projelerinin sadece devletin görevi olduğunu düşünürüz ve başarısız olması durumunda iktidarı suçlayarak konuyu siyasi düzlemde anlamlandırmaya çalışırız. Yargı Reformu Paketi’ni bekleyen tehlike de bu.
Özellikle ifade özgürlüğü ve yargının bağımsızlığı başlığı aldında sürdürülen tartışmalarla algılanan adalet sistemi, tüm yapısal sorunlarda yaşandığı gibi, siyasi bir konu olmanın ötesine geçemiyor. Kamuoyu bu konularla siyasi bir konu olduğu müddetçe ilgileniyor, siyaset de kamuoyundan bu yönde bir baskı gelmediği müddetçe adım atmıyor. Elbette yargı devletin yetki alanına girdiği için yenilikleri devletten beklemek de normal. Ancak hukuk devletinin oluşmasında en az siyasi iktidarlar kadar, diğer aktörlerin de önemli bir rolü var. Barolar, üniversiteler, sivil toplum örgütleri, uzmanlar, kanaat önderleri ve medya gibi.
Bir hukuk devleti olarak arzulanan düzeyde olamayışımız, adalet sisteminin gayri resmi aktörlerinin de sorumluluğu altındadır. Örneğin Yargı Reformu Paketi ile yapılacak en önemli düzenlemelerden biri hukuk fakültelerinin beş yıla çıkarılması. Avukatlık mesleğine girenler için Hukuk Mesleklerine Giriş Sınava şartı getirilecek, hakim ve savcı olmak isteyenler de özel imtihanlara girmek zorunda olacak. Adalet sistemin en önemli uygulayıcıları daha yoğun bir eğitim ve elemeye tabi tutulacak. Ancak Türkiye’de hukuk üzerine tartışmalarda yasalar ve uygulamalar eleştiriye uğrarken, hukuk personelinin yetersizliği gibi çok önemli bir konu hiç bir zaman ciddi bir tartışma konusu olmadı. Yapısal sorunları değil, bu sorunların doğurduğu sonuçları tartıştık.
***
Hukuk gibi birikim ve uzmanlık gerektiren bir konu kamuoyunda tartışılırken siyaset gölgesinden sıyrılamadı. Burada sadece siyasi iktidarın hukuk üzerindeki etkisinden değil, kamuoyunun sorunu tartışma şeklini de kastediyorum. Kullanılan bu tartışma üslubunun hukuğun siyasallaşmasına sağladığı katkıyı gözardı etmemek gerekiyor. Yargı Reformu Paketi’nin de aynı kadere kurban gitmemeli.
Oysa paket teknik anlamda gayet rahat anlaşılır ve izlenebilir bir metin. Ayrıntıları sıkça yazıldığı için tekrar etmek istemiyorum ancak pakette 9 amaç, 63 hedef ve 256 faaliyet zamanları tam olarak verilmese de açık bir şekilde ifade ediliyor. Kamuoyunun ve özellikle medyanın bu amaç ve hedefleri takip etmesi, sonuçlarını izlemesi, uygulamalar değerlendirmesi, projenin etkin hale gelmesine en büyük katkıyı sağlayacaktır.
Bu reformu diğer reformlardan ayıran önemli bir özellik var. Türkiye, Yargı Reformu‘nda dile getirilen yenilikleri hayata geçirecek, insan gücü ile teknik ve zihinsel potansiyele fazlasıyla sahip. Bu yeniliklerin acilen hayata geçirilmesi gerekiyor. Siyasi irade böyle bir adım atmışken toplum olarak bu reformları hayata geçirecek inisiyatifi gösteremiyorsak siyasi değil milli bir sorunumuz var demektir. Reform bu saatten sonra kamuoyunun sorumluluğu altındadır ve her ilgili kişi bu sorumluluğu ifa etmenin ahlaki yükümlülüğünü taşımaktadır.