Megafon diplomasisi
Türkiye Almaya ilişkilerinin en üst seviyeye çıkması gereken üç yılı krizlerle geçirdik. Kriz megafon diplomasi ile yönetilmeye çalışıldı. Sonuç hiçbir tarafın da kazançlı çıkmadığı diplomatik bir harabe. Dışişleri Bakanları Mevlüt Çavuşoğlu ve Alman meslektaşı Sigmar Gabriel’in buluşması, neresinden dönülse kâr olacak bir zarar döneminin bitişini mi simgeliyor önümüzdeki günlerde göreceğiz. Aslında iki ülke de kendi siyasi konumlarının, toplumsal dinamiklerinin zorladığı bir paradigma değişiminin farkına varamamanın sıkıntılarını yaşıyor. Türkiye AB ilişkileri hangi seyirde giderse gitsin Türkiye Almanya ilişkilerinin kopma, kırılma, bozulma gibi bir şansı olamaz. Bu opsiyonun kafalardan silinmesi gerekiyor. Sadece Almanya’da yaşayan 3 milyon Türk değil ekonomik, sosyal ve kültüler ilişkiler de böyle bir opsiyonu imkansız hale getiriyor.
***
İlişkilerdeki açmazın en önemli ayağı her iki ülkenin diğer ülkenin iç işleri sayılabilecek konularda kendi kamuoyunda siyasi fayda elde etme umuduyla yaptığı açıklamalar. Yani diğer ülkenin kamyonunun hassasiyetleri düşünülmeden yapılan açıklamalar ve atılan adımlar. İki ülke ilişkilerinin mazisindeki derinliğe uymayan bir sığlıkla karşı karşıyayız. Alman kamuoyunun bu sığlığı nasıl aşması gerektiği bizim öncelikli konumuz değil. Ancak bizim sağlayacağımız zihinsel dönüşüm sorunun çözümüne fayda sağlayabilir. FETÖ ve PKK konusunda Almanya’nın Türkiye’nin beklediği adımları kısa vadede atmasını beklemek siyasi saflık olur. Almanya’nın Türkiye politikasının çok uzun geçmişi var ve bu politikalardan vazgeçmesi de görünen o ki zaman alacak. Bu elbette Türkiye’nin taleplerinden vazgeçmesi anlamına gelmemeli. Ancak Almanya’ya bu değişimin kaçınılmaz olduğunu hissettirecek adımlar atarak, dönüşümü hızlandırabiliriz. Atılabilecek bir çok stratejik adım var. İşe hamasetin bir işe yaramadığını kabullenmekle başlayabiliriz.
***
Almanya Dışişleri Bakanı Sigmar Gabriel Mevlüt Çavuşoğlu ile kendi memleketi Goslar’da yaptığı görüşme sonrasında “Dışişleri bakanları arasındaki strateji diyaloğu yeniden yaşatacağız” dedi. İlişkiler yeniden normale dönüyor şeklinde bir sonuç çıkacak bir açıklama değil bu. Ama Almanya açısından siyasi menfaat temeline dayalı (Başka bir motivasyon da söz konusu olamazdı zaten) yeni bir döneme hazır olunduğu sonucu çıkıyor. Bakan Cavuşoğlu’nun da açıklamaları aslında bu istikamette. Neki dış ilişkilerde sadece iyi niyet yeterli olmuyor. Görüşmeden çıkan en somut adım Gümrük Birliği anlaşmasının yenilenmesi konusunda gösterilen iyi niyet. Bu anlaşmanın kısa sürede yenilenmesi ilişkilerin seyrini olumlu yönde etkileyecektir. Kısa vadede bir AB üyeliği söz konusu olamayacağı herkesin malumu. Gümrük Birliği herkesin mutabık kaldığı “stratejik işbirliğinin” devamı için hayati öneme sahip. Yeni bir anlaşma Türkiye AB ilişkilerin rahatlatacak bir adım olur.
***
Almanya siyasi tarihinde öğrenci hareketlerinin önemli bir yeri var. 1960’ların sonunda başlayıp 1970’lerin sonlarına doğru biten ve zaman içinde radikalleşme ve şiddete yönelen öğrenci hareketleri sol grupların kendileri ile hesaplaşması sonucunu da çıkardı. Sistemle her türlü mücadeleyi şiar edinen muhalifler, gittikçe radikalleşen ve teröre varan mücadele yönteminin hiç bir işe yaramadığını düşünmeye başladılar. Protestoların sembolü haline gelen yürüyüşlere gönderme yapılarak‚ “kurumlara doğru yürüyüş” diye bir anlayış ortaya çıktı. Yani sistemle dıştan mücadele yerine kurumların içinde girerek içten mücadele. Bu aynı zaman bu hareketin kurumlar içinde uysallaşması sonucun ortaya çıkardı.
***
Kurumlara doğru yürüyüşün siyasi sonuçlarını aslında Türkiye de olumlu anlamda yaşadı. AB ile ilişkiler konusunda en verimli adımların atıldığı Sosyal Demokrat ( SPD) ve Yeşiller hükümeti bir açıdan kurumlara doğru yürüyüşün siyaset sahnesinde vücut bulmuş haliydi. Bu hükümetin Dışişleri Bakanı Joschka Fischer öğrenci hareketlerinin önemli liderlerinden biriydi. Sadece Yeşiller içinden değil SPD içinde de birçok eski muhalif bu dönemde Alman bürokrasisinde önemli bir yer aldı. Bu tarihi örnek elbette Türkiye Avrupa ilişkilerine uygulanabilir bir örnek değil. Ama esin kaynağı olacak bir takım stratejik hikmetler de içermiyor değil.