Glasgow hayatımızı ne kadar değiştirecek?
Glasgow’da pazartesi başlayacak Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Konferansı (COP26- Taraflar Konferansı) başta gelişmiş ülkeler olmak üzere tüm dünyada yaşanacak bir paradigma değişiminin başlangıcı. Hafta sonu Roma’da gerçekleşen liderler zirvesinde büyük bir ihtimalle kabul edilecek ortak bildiride iklim değişikliğinin varoluşsal bir sorun olduğu (çok doğru ve isabetli olarak) açıklanıyor ve küresel ısınmayı 1,5 dereceye düşürmek için acil adımlar atılması vadediliyor. Bu sanayi üretiminden, barınmaya, sağlığa tarıma ve gıdaya bütün sektörlerde klasik alışkanlıkların kökünden değişmesi anlamına geliyor. Elbette bunun siyasi ve kültürel sonuçları da olacak
Korona nasıl etkilerini tüm dünyada gösterdiyse ve hiçbir ulusun bu sorunu tek başına çözmesi mümkün olmadıysa, iklim değişikliği de global ve yine hiçbir ulusun tek başına halletmesi mümkün olmayan bir sorun. İnsanlık bunun farkına nihayet vardı ve Paris’te 2015 yılında alınan COP21 kararları Glasgow’da geniş bir uzlaşmayla uygulamaya sokulacak. Türkiye gibi henüz sanayileşmemiş ülkeler de bu tedbirleri uygulamak zorunda kalacak. Dahası tedbirler muhtemelen yaptırıma tabi olacak ve hiçbir devletin, hele ekonomik etkileşiminin ciddi bir kısmı sanayileşmiş ülkelerle olan Türkiye’nin bu tedbirleri uygulamama opsiyonu olmayacak.
***
Türkiye altı yıllık gecikmeyle de olsa Paris İklim Anlaşması kararlarını TBMM’de onayladı. Bu gecikmenin gerçi makul nedenleri var. Bunların başında Türkiye’nin gerekli alt yapı yatırımlarını sağlaması için talep ettiği maddi yardımlar ve anlaşmada Türkiye’nin gelişmiş ülke olarak görülmesi ile mükellefiyetlerinin yüksek olması. Bu sorunların görece olarak aşılmasıyla Türkiye anlaşmayı onayladı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan, anlaşma ile doğan sorumlulukları uygulamakla yükümlü olduğumuz yeni dönemi ‘’Yeşil Kalkınma Devrimi’’ olarak kamuoyunu duyurdu. Yani Türkiye anlaşma koşullarını uygulamada çok iddialı ve hatta öncü ülkelerden birisi olmak istiyor.
Türkiye iklim değişikliğine neden olan zararlı gazların dünyada sadece yüzde 1’ini üretiyor. Bu oranla dünyada en çok karbondioksit salınımı yapan ülkeler sıralamasında 15. Sırada. Bu oranı her ülke gibi Türkiye de 2050 yılına kadar sıfırlama sözü veriyor. Bunun için 2025 ve 2030 ön hedeflerini Glasgow’daki zirvede beyan etmesi gerekiyor. Türkiye’nin kısa vadeli hedefleri yeterli bulunmuyor ve eleştiriliyor.
Dünyadaki zararlı gazların yüzde 30’u Çin’den atmosfere salınıyor. Çin’i yüzde 13,9 ile ABD takip ediyor. Ancak totalde ikinci sırada olan ABD’de kişi başına zararlı gaz salımında Çin’in iki katı. Dünya genelinde atmosfere salınan karbondioksit gazı 1990’dan 2018 yılına kadar yüzde 68 oranında artış gösterdi. Yani 1997 yılında atmosfere 22,6 milyar ton karbondioksit salınırken bu rakam 2018 yılında 37,9 milyar tona çıktı. Aynı yoğunlukta olmamakla birlikte bu yükseliş trendi hala sürüyor.
***
Atmosferi kirleten ülkeler sıralamasında ABD’yi Hindistan, Rusya, Japonya, Almanya ve İran takip ediyor. Atmosfere en çok zararlı gaz salan ülkeler sıralaması totalde bu şekilde seyrederken, kişi başına atmosfere atılan zararlı gazlar sıralaması ise başka bir görüntü veriyor. Bu sıralamada birinci olan Katar’ı sırasıyla, Birleşik Arap Emirlikleri, Kanada, Avustralya, Suudi Arabistan, ABD, Rusya ve Güney Kore takip ediyor. Türkiye kişi başına zararlı gazlar üreten ülkeler sıralamasında ise 23’üncü sırada.
Bu rakamlarla Türkiye’yi masumlar listesine sokmak mümkün görünmüyor. Sanayileşmiş ülkeler ve petrol ihraç eden ülkelere kıyasla görece düşük oranlarda zararlı gaz üretmemize rağmen küçümsenmeyecek oranlara ve dolayısıyla sorumluluğa sahibiz.
Dünyada en çok zararlı gazın çıkmasına neden olan sektör enerji. Elektrik ve ısı üretimi için kullanılan süreçlerde ve çıkan ürünlerin kullanımında dünyadaki zararlı gazların yüzde 42’si atmosfere salınıyor. Bu sektörü ulaşım (yüzde 25), sanayi (yüzde 19) ve inşaat/binalar (yüzde 6) takip ediyor.
***
Glasgow sonrası günlük yaşamımıza direk etki edecek yenilikler de bu oranlarda yatıyor. Petrol, kömür ve doğal gaz yerine güneş, rüzgar, jeotermal gibi yenilenebilir enerjiler, içten yanmalı motorlu araçlar yerine elektrikli araçlar, sanayide çevreye uyumlu ürünler, inşaatlarda enerjiyi tasarruflu kullanmaya uygun izolasyonlu binalar hayatımıza çok daha yoğun şekilde girecek.
Bunların ne kadarını hangi sürede gerçekleştiririz bilinmez. Ama ancak global uzlaşma sağlanmış bir iklim anlayışı vasatı tüm eylemlerimde bize refakat edecek. Bunun ekonomik etkileri ve elbette siyasi etkileri de olacak. İklimi koruma merkezli global anlayışa ne kadar erken uyum sağlarsak o kadar yol alacağız.