Bir konser Türkiye’yi ne kadar değiştirebilir?
Ünlü piyanist Fazıl Say’ın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı konserine davet etmesi ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu davete icabet etmesi, sıradan bir konser etkinliğinin çok daha ötesinde önemli sosyal ve kültürel etkilerinin olacağı tarihi bir olay potansiyeli taşıyor. Günün sonunda bir cumhurbaşkanının dünyaca ünlü bir piyanist bestecinin konserine gitmesinden daha tabi ne olabilir diye düşünülebilir. Ancak her iki isim de Türkiye’nin siyasi, ideolojik ve kültürel anlamda iki farklı kesimini temsil eden sembolik isimler. Sayın Erdoğan’ın, Fazıl Say konserini izleyip ayakta alkışlamasıyla toplumda var olduğunu düşündüğümüz kamplaşma ortadan kalktı mı? Elbette hayır. Ancak bu konserle kamplaşmanın zannedildiği gibi sert ve derin olmadığını, daha çok algısal olduğunu ve tarafların birbiriyle uygun mekan ve zamanlarda bir araya gelmesinin mümkün olabileceğini gördük.
Truva Sonatı, Fazıl say tarafından Çanakkale Belediyesi’nin talebiyle hazırlanmış bir sonat. Konusu da muhafazakâr mahallenin, Anadolu üzerinde kullandığı referanslara dayanmıyor. Sparta Kralı Manelaus’un karısı Helen, Truvalı Paris tarafından kaçırılıyor. Bunun üzerine Akalar Truva kentine saldırıyor. Bu savaşta şehrin kapısına konulan Truva Atı’na saklanan askerler şehri işgal ediyor. Say, on bölümden oluşan sonatında Homeros, Ege rüzgârları, Troya kahramanları, Sparta, Helen, Troya, Aşil, Truva atı gibi başlıklarla, klasik yunan mitolojisinin önemli unsurlarını kullanıyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Say konserini dinlemesi aslında uzun yıllara dayanan bir çabanın ürünü. Say, AK Parti iktidarının ilk yıllarında şimdi kendisinin de aşırı bulduğu, yapıcı olmayan üslubunu zaman içinde bir özeleştiriye tabi tuttu. Bu süreci de özellikle sosyal medya platformlarında ve yayımladığı kitaplarda hayranlarıyla paylaştı. Kendi hayranlarının hamaset duygularını kabartan siyasi tavırlar yerine, siyasi sayılabilecek konuları da bir sanatçı çerçevesinden değerlendiren ve eleştiren bir üslup geliştirdi.
***
Hayata dair tüm konuları siyaset merkezli anlatan ve anlamlandıran kamuoyunda Say’ın bu değişimi tam olarak anlaşılmadı. Fazıl Say, ait olduğunu düşündüğümüz Batıcı, Atatürkçü çevre ve buna karşı olduğundan hareketle muhafazakâr çevre arasında var olan tartışmada (belki de çatışma demek gerekiyor) bir ters köşe yaparak, ideolojik değil sanat merkezli bir tartışma başlattı. Argümanlar artık siyasi değil, kültürel ve müzikaldi. Say, siyaset dışı ve içi bir çok kanaat önderinin başaramadığı bir dengeyi kurmayı başardı.
Say’ın kitlesi bu konseri ihtiyatlı bir memnuniyetle karşılıyor. Sosyal medyada Say’ı satılmışlıkla suçlayan, küçük bir kesimi saymazsak, sanatçının attığı bu adım makul karşılanıyor. Say belki bu konsere Erdoğan’ı davet etmekle kendi sosyal çevresinde bir risk aldı. Ancak Erdoğan, Say’ın konserini izlemekle siyasi bir risk almış olmadı. Hatta Say’a, biri sarayda olmak üzere yeni konser teklifi de götürerek bir tür hamilik yapmaya hazır olduğunu da gösterdi. Neden risk almadı. Çünkü, AK Parti tabanında Erdoğan yaptıysa doğrudur hissiyatı hakim. Bununla öteki mahalleye karşı gösterilen tepkinin aslında çok derin ideolojik ve felsefi temellere dayanmadığını söyleyebilir miyiz?
Üzerinde tartışılması gereken sosyolojik bir durum olduğunu söyleyebilirim.
Sadece bir konserle Türk toplumundaki kültürel farklılıkların aşılacağını düşünmek elbette gerçekçi olmaz. Ancak bu konser, farklılıkların aşılması ya da keyfinin çıkarılması anlamında sanatın gücü ve etkisini gösteren bir etkinlik oldu. Bu konserle önemli bir sembolik adım atıldı. Atılabilecek daha yüzlerce adım, gerçekleşebilecek daha yüzlerce buluşma var.