Bilinçaltının şefkatli uyarıları
Alışkanlıklarımız deyip sorgulamadan her gün tekrar ettiğimiz düşünce ve davranışlar bize hayatımız boyunca refakat etmek zorunda olan değişmez ilkeler değil. Bazen psikolojik rahatsızlık boyutuna ulaşabilen endişe ve korkular, beynimizde fiziksel olarak tespit edilebilen ve değiştirilmesi mümkün olan bir mekanizmadan ibaret. Bu iddia yazığı kitap Almaya’nın kabul gören Spiegel Besteller listesine girmeyi başaran Klaus Bernhardt’a ait. Bernhardt’ın yazığı Panikattacken Loswerden (Panik Ataktan Kurtulmak) kitabı aslında korku bozuklukları ile mücadele el kitabı ama aynı zamanda beynimizin işleyişi ve düşünce biçimleri hakkında klasik psikolojik paradigmalara meydan okuyan bir çalışma.
Yetişkin bir insanın beyninde 80 milyar nöron adı verilen sinirler bulunuyor. Bu 80 milyar nöron sinaps atı verilen temas noktaları ile nöronlar arasında 100 milyar farklı bağlantı sağlıyor. Her nöron en az 1000 nöronla bağlantı halinde. Bir insan beyninde bulunan nöronların matematiksel olarak yapması muhtemel bağlantı sayısı dünyada mevcut kum tanelerinin sayısından fazla. Beynimizin belki de her gün yaşadığı bu devasa etkileşim bilincimize sadece sınırlı olarak yansıyor.
Bilincimiz saniyede en fazla 8 enformasyon algılayabiliyor. Bilincimiz aldığı bu enformasyonları iyi kötü mantıklı olarak ifade etmek için ise üç saniyeye ihtiyaç duyuyor. Oysa yukardaki potansiyeli tamamen kullanma şansına sahip olan bilinçaltımız saniyede 80 bin enformasyonu işleme potansiyeline sahip ve bilincimizden 10 bin kat daha hızlı çalışıyor. Beynimizin patronu aslında bilinçaltımız. Bilincimiz herhangi bir kararı almak için dakikalarca hatta saatlerce muhakeme yaparken bilinçaltımız saniyelerden kısa bir süre içinde kararı veriyor ve aldığı bu “rasyonel“ kararı iç ses olarak bize bildiriyor.
***
Bilinçaltımız bizi iç ses aracılığı ile gerçek halimiz hakkında sürekli olarak bilgilendiriyor, neyi yapıp neyi yapmamamız konusunda tavsiyelerde bulunuyor. Bilinçaltımızın yaptığı hizmetin nedeni ise uğrayacağımız muhtemel zararlara karşı bizi korumak. Bu uyarıları dikkate almamamız durumunda bilinçaltımız bize önce ufak sinyaller gönderiyor. Tavsiyeleri ihmal etmemiz durumunda ise sinyallerin şiddeti artıyor ve bu şiddetli uyarılar da kendisini psikolojik rahatsızlıklar olarak gösteriyor. Nöron ağları bu uyarıları, panik atak rahatsızlığında olduğu gibi, aslında fiziksel olarak sağlıklı olan bir insana, ağrı, sızı, bulantı, çarpıntı, nefes darlığı vs. şeklindeki fiziksel uyarılar şeklinde yapıyor.
Berhandt bilinçaltımızın bu işleyişini sokakta futbol oynayan dört yaşındaki bir çocuk ve annesi metaforu ile örneklendiriyor. Sınırlı yaşam tecrübesi ve bilgisi ile dört yaşındaki çocuk bilincimizi temsil ediyor. Anne ise uzun yıllara dayanan tecrübesi, fiziksel olarak daha gelişkin olması, öngörülü olması ile bilinçaltını. Umarsızca top oynayan çocuk kaçan topunun peşinden hiç bir tehlikenin bilincinde olmadan bir çok aracın geçtiği caddeye koşuyor. Bunu gören anne önce bir kaç kez dur uyarısı yapıyor. Çocuğun durmaması durumunda ise koşarak çocuğu ensesinden yakalıyor. Bu durumu yaşayan çocuk elbette şok ve korku yaşıyor ve annesinin niçin böyle bir şey yaptığın anlayamıyor. Bilinçaltımız da uyarılara dikkate almamamız durumunda bizi benzeri şekilde beklemediğimiz bir anda tehlikeye giderken yakalayıp silkeliyor.
Aslında bizim rahatsızlık, mutsuzluk vs. olarak algıladığımız ruh hali bilinçaltının bize yaptığı sevimli, şefkatli ve merhametli bir uyarıdan başka bir şey değil. Uyarılar doğru olmayan bir davranışın düzeltilmesi için yapılan bir değişim çağrısı. Değişime direnerek yanlış davranışda ısrar edilince, fiziksel olarak en sağlıklı kişilerde bile bu “hastalık“ belirtileri ortaya çıkabiliyor. Bernhardt’ın önerdiği tedavi yöntemi de bu noktadan sonra başlıyor.
***
Geçen haftaki yazımızda, aynı beyin araştırmalarını temel alan iletişim uzmanı Elisabeth Wehling’den bahsetmiştik. Wehling insan beyninin, veriler ışığında rasyonel karar veren bir mekanizma olmadığı, düşünürken ve karar verirken, beyninde konu hakkında daha önce oluşmuş düşünce kalıplarıyla hareket ettiğini söylüyor. Dışarıdan gelen yoğun ve karmaşık enformasyonlar zihnimizde frameler (Kalıplar, algı çerçevesi) aracılığı ile eleniyor. Daha sonra bunu değerlendirme, problem tanımlama, problemin çıkış nedenlerini kavrama, ahlaki olarak değerlendirme ve ne şekilde davranılacağına dair karar verme süreçleri izliyor. Frame çerçeve anlamına geliyor. Yani aslında her yeni enformasyon beynimizde zaten mevcut olan “anlamlandırma çerçevesi“ aracılığı ile algının ortaya çıkmasına neden oluyor.
Wehling’in frame kavramını ödünç olarak Bernhardt’a dönecek olursak, bilinçaltından gelen uyarıları dikkate almadan oluşturduğumuz bu yanlış framelerin yerine makul olanları koymamız gerekiyor. Berhardt’ın klasik psikoloji çevrelerinde tartışma yaradan tavsiyesi uzun psikanaliz, klasik terapiler ve ilaç tedavisi yerine bir kaç teknikle beyinde oluşan bu hazır düşünce ağları (frameler) yerine yenisini koymak ya da onları kullanmamak şeklinde özetlenebilir. Psikolojik rahatsızlıklarda çocukluğa kadar varan psikanalizler Bernhardt’a göre sorunun daha da pekiştirilmesinden başka bir işe yaramıyor. Penguen örneğini veriyor. Dağ başında bir penguen gördüğümüzde en sağlıklı ve kestirme olan yöntem bu pengueni suya kavuşturmak, oraya nasıl geldiğini araştırmak değil.