AB neden bir başarı hikayesi?
Avrupa Birliği zihinlerimizde ulaşılmaz bir hedef ya da nefret objesi (bu hissiyat ta ulaşamayacağımızı düşünmemizle ilişkili) olarak yer aldığı için AB’nin gerçekte ne işe yaradığına dair sağduyulu bir kanaate sahip değiliz.
Birliğin kuruluş yıllarına ve koşullarına bir göz atmak, işlevini kavramak açışından işe yarayabilir. 1951 yılında Fransa ve Almanya öncülüğünde ‘’Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu (AKÇT)’’ adıyla kurulan birlikte Belçika, Lüksemburg, İtalya ve Hollanda da bulunuyordu. Fransa ve Almanya gibi iki ezeli düşmanın, İtalya gibi mihver devletle, savaşın mağduru olmuş Benelüks ülkeleri İkinci Dünya Savaşı’ndan altı yıl sonra böylesi bir ittifakı kurabildi. Bu ittifak bugün Türkiye’nin Azerbaycan’la birlikte Ermenistan, İran, Suriye, Yunanistan ve hatta İsrail’le ortak bir ittifak oluşturabilmesine denk gelebilecek gerçeküstü bir durumdu.
Muhtemel bir savaşta belirleyici hammaddeler olan kömür ve çeliğin Avrupa’da bir ülkenin tekeline girmesini engellemek gibi askeri bir stratejiye dayanan kuruluş motivasyonu, temelleri daha o yıllarda atılan kurumsal yapılarla, kimsenin hayal bile edemeyeceği, dünya tarihinde benzeri olmayan ekonomik, siyasal, sosyal bir birliğe dönüştü. Geriye dönüp bakıldığında, AB’nin oluşmasını bir devrim olarak nitelendirilmek hiçbir şekilde abartılı olmaz.
***
Birliğin en önemli kuruluş amacı, üye ülkeler arasında veya üye ülkeler aracılığıyla savaşın engellenmesi net bir biçimde gerçekleşti. Hamburg Üniversitesi’nin yaptığı araştırmaya göre 1945-2020 yılları arasında dünya genelinde meydana gelen 242 savaştan hiçbirinde AB üyesi ülkeler yer almadı. Bu tarihler arasında çıkan Kore, Vietnam, Ortadoğu, Afganistan, Irak gibi önemli savaşlarla dünyanın farklı bölgelerinde yaşanan çok sayıdaki iç savaşın hiçbirisi Avrupa topraklarına sirayet etmedi. Bu durum AB’in siyasi ve ekonomik büyümesini izah eden en önemli gerekçelerden biri.
Avrupa’da barışı tesis eden gücün AB’den çok NATO ve ABD olduğu söylenebilir ancak AB ülkelerinin her birinin demokratik ülkeler olması içlerindeki tüm anlaşmazlık ve eleştirilere rağmen gerektiğinde ortak tavır sergileyebilme kabiliyeti, AB’nin askeri olmasa da, etkileyici bir soft power sahibi olduğunu gösteriyor. Rusya işgali altındaki Ukrayna’nın da bir an önce AB’ye katılma arzusu, AB’nin sahip olduğu gücün ne denli caydırıcı olabileceğinin bir işareti.
AB güçlü hükümetlerin ve devletlerin oluşturduğu stratejik bir birlikten daha çok, üye ülkelerin demokratik iradesini yansıtabildiği ancak ulusal egemenlik alanına giren konularda feragatlerde bulunduğu bir yapı. Bu ince çizgi, üye ülkeler içindeki AB karşıtlarının önemli argümanlarından biri. Ancak birlik kararları hiçbir yanlış anlaşılmaya yer vermeyecek şekilde, hukuki ve demokratik meşruiyet ilkesine dayanıyor. AB Parlamentosu, AB Komisyonu ve AB Adalet Divanı, üye ülkeleri ‘’istemedikleri şeyleri yapmaya zorlayan’’ kurumlar değil, kararların demokratik ve hukuki meşruiyet içinde alınmasını sağlayan organizasyonlar. Zaten temel kararlar, örneğin yeni üyelerin alınması gibi, oy çokluğu ile değil oy birliği ile alınıyor.
***
AB fikrinden esinlenerek oluşturan Şangay Organizasyonu ve BIRCS gibi yapılar ne siyasi ne ekonomik olarak AB seviyesine gelemiyor. AB’ye ve Batı ittifakına bir reaksiyon olarak kurulan tüm global ve bölgesel yapılar AB’nin demokratik meşruiyete dayanan işlevselliğini kavramaktan ve benzeri bir performans sergilemekten çok uzak.
AB’nin kurumları, kararları ve işlevi sürekli eleştiri bombardımanı altında. Bittiği, hareket kabiliyetinin kalmadığı yönünde sayısız hüküm verildi. Üye ülkeler arasında da AB karşıtı siyasi partiler güç kazanıyor hatta yer yer iktidara geliyor. Ama AB cazibe merkezi olmaya devam ediyor. Garip bir şekilde kendi sonunu getirebileceği düşünülen hatta arzulanan demokratik meşruiyet iddiası ve ısrarı AB’nin en güçlü silahı. Demokrasiyle sorunu olanların kavrayamadığı sır da aslında bu.