Yolda olmak
İçimizden birinin “ hadi yola çıkıyoruz” demesiyle akmaya başlayan yollardayız.
Bir stratejist, bir ekonomist, bir sanayici ve bir siyasal antikacı arkadaşla Sivas, Divriği, Eğin, Tunceli, Elazığ, Malatya rotasında değişik yaylar çiziyoruz.
Sivas’ta değişik üç beş dostla buluşup müzecilik, edebiyat, şiir, Timur’un Sivas’ta ettikleri, güncel ekonominin Sivas ayağı, yollardaki bazı kuşburnu ağacının hatırını sorma ve toplama, serin havada birden üzerimize düşmeye başlayan yağmur damlaları…
Çerkez’in Kahvesi eski kahve mekânı olmasa da kallavi kahvenin köpüğü yerinde durmakta.
Yoldan çıkıp ziyaret ettiğimiz eski/yeni mezarların içiçe bulunduğu kabristandaki bazı mezar taşlarını okumak…Divriği’de birden karşımıza çıkan o şaheser/ Ulu Câmi? Ne işi var burada bu eserin? Kim, niye, nasıl yapmış, yaptırabilmiş bu görkemli, girift taştan şiiri? Mengücekoğulları Beyliği o yapı için Tiflis’ten ustalar getirirken neyi düşünüyor, bu estetik lojistik endişesinin kaynağını nereden alıyordu?
Şaşırtıcı Anadolu’nun içinde Fırat’a yukarıdan bakan, hâlâ kartalların, geyiklerin bulunduğu Eğin! Yüz yıl önceki nüfusunun onda biri kalmış, ne gam! Sular hâlâ soğuk, lezzetler hâlâ muhteşem. Telkarî ustalarının ipek yolu günlerindeki ışıltısı, enerjisi kalmasa da masal günlerinin yankısını bu zamana taşıyan işaretler bakmasını bilene görülmekte.
Bilindiği üzere Yavuz’un sefere çıktığında gösterdikleri yararlık sebebiyle kasap kethüdalığını Eğin’e vermesiyle birlikte Eğin için İstanbul yolları gözükür. Bu da geride kalanlar bir şey bırakır: Mâni geleneği. İstanbul’a kasaplık için gidenlerin, gidip dönmeyenlerin ardından söylenen mâniler, yakılan türküler zaman içinde ciddî bir külliyat oluşturur. 20. asrın başında Türkiye’de açılan ilk dört bankadan birinin Eğin’de açılması değişik bir göstergedir.
Bir çeşme, bir ağaç, bir insan, bir yapı…Başdöndürücü kültürel, coğrafî ve sanat katmanlarının beşiği Anadolu!
Ve artık oralarda durmak istemeyip hâlâ daha büyükşehirlere akmak isteyen bir demografi. Neyi eksik bırakıyoruz? Büyükşehirlerdeki anti insan varoluş biçimlerine rağmen bu metropol cangılı, kuralsızlık ve ölçü/değer bilmezlik cehenneminin sonu nereye varacak?
Neyi arıyoruz yollarda? Neyi buluyor, hangi sorulara ve cevaplara ulaşıyoruz?
Denildiği gibi, yola çıkmalı, yola çıkmalı.
Ve sonra İstanbula dönüp atılmalı bir şeyin kollarına. O kol açıksa, kesilmemişse, kapanmamışsa…
Gururlanma gezegenoğlu
Aykırılığına tahammülleri kalmamıştı. Farklı yörüngelerin gezegenleriyiz deyip dünya ondan uzaklaşmak istedi....
Sen fasulyedensin etiketini iyi bilirim. Küçükken ablam ve arkadaşları aralarına almadıklarında bir daha sohbetlerine dahil olup arkadaş gruplarına giremeyecekmiş gibi hissediyordum. Şimdi bensiz beş çayı yapmıyorlar.
Ne bende ne de Plüton’da gurur falan bırakmadınız. Bak hâlâ! Çağırıp durmayın incindik bir kere gelmek istemiyoruz! Hatta bir olup ayrı yörünge derneği falan açacağız. Biraz daha dünyadan uzaklaşmak ona da bana da iyi gelecek gibi.
Şimdi NASA’nın susup Plüton ve Selinsu’nun konuşma vakti .
Ne oldu
İster idim Allah’ı, buldum ise ne oldu?
Ağlar idim dün ü gün, güldüm ise ne oldu?
Erenler meydanında, yuvarlanır top idim,
Padişah çevganında kaldım ise ne oldu?
Erenler meclisinde deste kızıl gül idim,
Açıldım, ele geldim, soldum ise ne oldu?
Danişmentler, alimler medresede bulduysa,
Ben harabat içinde buldum ise ne oldu?
İşit Yunus’u, işit, uş yine deli oldu,
Erenler manasına daldım ise ne oldu?