Yıllar hızlı, günler yavaş

Biz üç gün süren geniş katılımlı Millî Kültür Şûrası ile meşgul iken, Almanya ve onu tâkib eden Hollanda, Avusturya gibi ülkeler de bambaşka ‘istemezük’ politikalarının tuhaf uygulamaları ile içli dışlı olmaya başladı.

İki üç gündür güneş var, cemreler düştü, baharın eli kulağında.

Gelin görün ki uluslararası politikaların nedense hep ‘aşırı sağcı’ pıtırcıkları birden bire yüzeyi sulandırmaya, bulandırmaya kaldığı yerden devam etmeye başladı.

Doğumuz ve güneyimizle mi, batımız ve kuzeyimizle mi uğraşalım derken referandum bağlamında buna bir de içimiz ve içimiz de ekleniverdi.

Böyle bir hengâmede 3. Milli Kültür Şûrası’nın açılışında olduğu gibi kapanışında da veciz bir konuşma yapan Bakan Nabi Avcı ‘ Dünyanın iyiliği için Türkiye, Dünyanın vicdanı için Türkiye’ vurgusunu sanırım doğrudan küresel bir endişe ile yaptı.

Gerçekten de dünyada iki kutup varsa, bu kutuplardan birinin Türkiye olduğu artık âşikâr.

Bu yüzden tuttuğumuz yön, içinde yer aldığımız her türlü oluşum yalnızca bizim için önem arzetmiyor. Tercih ve tutumlarımıza kendiliğinden ya da değişik saiklerle eklemlenen bir blok var; Kimsesizler bloku.

Bazan bu blokun sorumluluk ve zahmetleri, bazan da bu blokun bereketi ile yürüyoruz. Bu ütopik bir bakış değil, tarihsel ve bir anlamda metazori bir gerçeklik.

Bu gerçekliğin içinden selam herşeye.

Mültecîler, göçmenler, mağdurlar, işgâl altındakiler, gurbettekiler…Hepsinin yolu bir şekilde buradan geçiyor.

Ve biz bazan kırıp dökerek, bazan kırılıp dökülerek her yana, her sese yetişmeye çalışıyoruz. Ve ‘her şeyin’ sonucunu henüz bilmiyoruz.

***

Tam bir yıl önce bugün Karar gazetesi yayın hayatına başlamıştı. Galiba yılların hızlı, günlerin yavaş geçtiği bir hakikat. Neler oldu, neler yaşadık hikâyesi zor. Kelimeler, cümleler, manşetler, sayfalar…Hepsi Türkiye için ve hepsi Türkiye.

Ya nasip…

Geç bunları efendi, geeeç!

Efendim, internette parapsikoloji ile alakalı bir siteye üyeyim. Takriben 12 yıldır İngilizce’nin kafasını gözünü yara yara yazışıp oyalanmaktayım. Geçenlerde konu döndü dolaştı “ego tatmini”nin negatif etkilerine geldi. Üyelerden biri Avustralya medyasındaki “tıklanma” rekabetinden, Twitter ve Facebook ile ilgili “izlenme” yarışından söz açtı. Böylece diğer ülkelerde de bu yarışın toplumsal bir hastalık derecesinde zıvanadan çıktığını öğrenmiş olduk. Bir de şu nokta var: Yazan denli samimi, takipçi ne kadar candan?

Bu vesileyle bir hâtırâmı paylaştım üyelerle.

...

Yıl 1963. İlkokul üçüncü sınıftayım. Yaz tatilinde, Sivas’a iki saat kadar mesafedeki Soğuk Çermik’teyiz. Bayırda atçılık oynayıp koşuştururken bir ağıt işittik. Kadınlı erkekli bir grup köylü, bir öküzün başında ağlaşmakta. Öküzcağız uçurum gibi bir yerden düşüp telef olmuş. Köylülerden birinin ağıtını hiç unutmam: “Babam öleydi sarı öküüüz, babam öleydi sarı öküüüz.” Eh, yoksulluk bu, kolay değil.

Neyse efendim, ağlaşmakta olan kadınlardan biri birden farketti bizi. Yerinden kalktı. Yaklaştı. Öküzün acısını unutturan bir husus var herhalde. Altmış yaşlarında. Yoksul mu yoksul. Eli el değil, ayağı ayak değil. Üst baş desen yine öyle; dokunsan bin yaması dökülecek.

“Mektebe gidiyonuz mu?” diye sordu. “He” dedim.

Az ötedeki dağarcık gibi bir nesneyi açtı. Yıpranmış, buruşuk, sararmış bir kağıt. Kurşun kalemle yazılmış beş on satır.

“Koreli’den” dedi, “ohu hele, sesli ohu.”

Okumaya başladım. Kore’deki asker oğlundan. Yıllar önce yazılmış. Öyle anlaşılıyor ki dinleye dinleye ezberlemiş kadıncağız. Kaç kez okutmuş kimbilir. Kağıda dökülen hasret gözyaşlarının lekeleri hâlâ taptaze gibi. Ya mektubu her açtığında duyduğu kalp çarpıntısı?

...

Okuma faslı sonra erdiğinde, yaşlı kadın kendinden geçmiş gibiydi. Kağıdı aldı, yüzüne gözüne sürdü. Bu arada bir başka köylü geldi. “Yine mi mektup okutuyorsun” anlamında mırıldandı.

Aralarındaki hafif yollu tartışmadan anladığım: Kore Savaşı’na giden oğuldan on yılı aşkın zamandır haber alınamamış. Ya ölü ya kayıp. Sadece bir mektubu ulaşmış. Anası, önüne gelene okutup duruyor.

O kadınağız o mektubu belki yüzlerce okuttu. Her önüne gelen okur yazara. Yüzbinlerce kez hafızasından okudu. Yüzbinlerce kez kalbinden. Ömrü olursa daha kaç yüzbinlere ulaşacak kimbilir.

Hiç kuşkum yok ki, gördüğüm göreceğim en kalabalık, en samimi en kalbî okur kitlesine o satırlar sahip. O kargacık burgacık, kurşun kalemle yazılmış satırlar. Yine hiç kuşkum yok ki, gördüğüm göreceğim en candan, en samimi okuyucu da o yoksul, biçare ana.

Face imişi, twit imiş, köşe yazısı imiş, geç bunları muhterem üye, geç.

Var biraz da sen oyalan!

YUSUF ZİYA ADIDEĞMEZ

YORUMLAR (2)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
2 Yorum