Üsküdar’ı olmayan şehirlere acırım
İlk kimin aklından zuhur etti bilemiyorum, kararı kimler aldı, neler tartışıldı yahut hiç tartışılmadan mı karara bağlanıp uygulamaya alındı meçhul. Ama aniden nurtopu gibi bir Kuşkonmaz Camii sorunumuz oldu.
Mimar Sinan’ın en küçük külliyesi ve topografya ile mimarînin/estetiğin harika bir numunesi olan ve Necat Çavuş’un yıllar önce yazarken şâhit olduğum “Mimar Sinan Konstantiniyle’yi en güzel yerinden/Tutup öpmüş öpmüş İstanbul yapmıştır (…) Tanrım o ne öpücüktür, belki de/İstanbul hiç böyle öpülmemiştir” dizelerindeki câmiden söz ediyorum. Mustafa Kutlu’nun Süleymaniye kadar değerli bulup ‘bir yüzük taşı gibi bu câmi’ dediği eser.
Hem Büyükşehir, hem Üsküdar yönetimleri anlaşılıyor ki pek de ihtilafa düşmeden bu ‘proje’yi uygulamak için meydan düzenlemesinin bir parçası olarak devasa vinç getirip kazıkları câminin önüne çakmaya başlayınca mâşeri vicdan sanırım biraz isyan etmiş.
Çengelköy’e kadar giden bir yolun başlangıcı aynı zamanda o önce kazıklanıp sonra doldurulacak alan. Meydan genişliyor, deniz doldurulup sahilden Çengelköy’e doğru bir yol uzuyor. Makete baksan ayrı, uygulamaya baksan ayrı üzülüyorsun. Projeyi olumlu bulanlar da var şüphesiz.
Ama haklı olarak gündeme gelen bazı soruları bir defa da buradan soralım:
Marmaray inşaatından sonra ortaya çıkan granit ve alüminyum estetiği ile meydanın klasik ve estetik dokusunu bu kadar ağır tahrip eden bir sözümona ‘meydan düzenlemesi’ nasıl hayata geçirilebilmiştir?
Bu çirkinliği ortadan kaldırma amaçlı olduğu söylenen yeni ‘düzenleme’ yoğun eleştiri ve tartışmaların odağına oturdu. Peki ama bu kararı alan heyet nasıl olur da bunları hesaplamaz?
Estetiği, tarihî dokuya, Sinan’a saygıyı geçtik, statik hesaplamaların bile yapılamadığını görüyoruz. Çünkü denize kazık çakma esnasında câmi çok yerinden çatlayarak hasar aldı. Bunun üzerine bu ‘tuhaf’ çalışmanın revize edilmek kaydıyla ‘şimdilik’ durdurulduğu açıklandı. Oysa câminin restorasyonu yapılalı çok olmamıştı. Neden kaynakları, zamanı, kamusal aklı bu kadar hor, müsrif kullanıyoruz? Neden bir defa da zihinlerimizi revize etme gereği duymuyoruz?
Özellikle tarihsel ve mimarî derinliği yüksek alanlara ilişkin projelerde gerekli estetik ve mimarî kafa devreye giriyor mu? Yoksa ne yazık ki üzüntüyle belirtmek durumunda kaldığımız bir müteahhit çapaçulluğu içinde mi alınıyor bazı kararlar?
Sorular çok. Ama İstanbul biricik, Üsküdar biricik, Mimar Sinan biricik ve artık yok zaten. Bu şehirle ilgili yüksek hassasiyet taşıması gönül ve görev borcu olarak mecburî olan zihinler ve birimler niçin yanlış uygulamaların faili olageliyorlar?
Hayır sorun ne? Bilmiyorsan bilmiyorum, anlamıyorsan anlamıyorum de. Bakın bir ağaç budamayı bile beceremeyen, belediye adına ağacı kasap gibi motorlu testerelerle kereste gibi doğrayan uygulamaları da görüyorum bu şehirde. Ayıptır yahu, bu topraklara başka bir gezegenden mi geldiniz?
Bırakın bir güzelliğin içinden de otoban geçmesin. Bırakın dağ başındaki bir gölün güzelliği öylece kalsın, o güzellik için birazcık zahmet etmeyi göze almayan o güzelliği görmesin. Gözlerinde fıldır fıldır dolar işaretleri uçuşanlar, Bursa’nın ortasına o ucubeler blokunu dikip sindirenler, Gökkafes’ten sonra Zeytinburnu’ndaki hukuksuzluk anıtının yükselmesine ve mahkeme kararlarının uygulanmamasına seyirci kalanlar… Dünyaya kazık çakılmaz, bunu duymamış olamazsınız.
Beşyüz yıllık, bin yıllık dokulara beş saatte beş adamla operasyon kararları almayınız. Elinizde patlar, geleceğinizde çatlak oluşturur, anlık zenginleşseniz de geniş zamanda yoksullaşırsınız ve bunun bir telafi yöntemini bulmanız da zor.
Neden zevksizliğinizin sonuçlarını kamusal ödeneklerle kamuya yaşatıyorsunuz? Gidin kendi şahsî malvarlığınızla bir yerleşke inşâ edin ve dizaynını gönlünüzce yapın, kimse elinizi tutmaz.
Olayın sosyal mutabakat/ hemşehriye/ ortak hafızaya saygı eksikliği ve toplumda ortaya çıkardığı fay kırıkları öylece duran Gezi olaylarını araçsallaştırma pratiği boyutundan bahsetmiyorum bile.
Sorun bir Kuşkonmaz Camii sorunu değil. Sorun geniş boyutlu bir zihniyet sorunu. Üsküdar’daki o attar dükkânında yaşayan gönül insanı hayatta olsaydı da üç cümle etseydi…
Prestij kitabı olarak tuğla gibi basılan ve tarihsel güzelliklerini anlatmaya doyamadığınız şehir kitaplarının sayfalarını bir defacık baştan sona karıştırıp udebânın ve zürefânın ve dahi hükemânın neler hissettiğini şöyle bir fehmetme cehdi içine girseydiniz.
Frenk memleketlerinde gezip gördüğünüz ve ballandırarak anlattığınız şehircilik uygulamalarını burada yapmamanızın gerekçesi ne olabilir ki?
Vakıflar Genel Müdürü Adnan Ertem Bey’le tivit mecrası üzerinde yaptığımız sohbete bitişik olarak umut verici bir gelişmenin içinde buldum kendimi. ‘O kazıkları bu gece sökelim’ çağrıma Türkiye’nin pek çok yerinden çok samimi gönüllü destekler geldi. Doktor, akademisyen, öğrenci, esnaf…Kazmayla, kamyonla, oksijen kaynak makinasıyla…Ne güzel bir şeydi umut. Ne güzel geceydi Kadir Gecesi.
Ben ki Üsküdar’ı olmayan şehirlere acırım. Daha 28 Şubat günlerinde oraya dikilen o çirkin kuleyi hazmedememişken, şimdi Üsküdar’a yapılanlara nasıl dayanayım? O kubbeye, Sinan’ın, Boğaz ve kubbe arasında kurduğu akustik diyalektik sebebiyle konmayan Üsküdar kuşlarının genetik dejenerasyona tâbi tutulmasını neden alkışlayayım?
Ayrıca İBB yönetim binası şehir mimarisi ve hemen karşısındaki Şehzadebaşı Camii’yle ne kadar uyumsuzsa; Üsküdar Belediyesi’nin yeni yönetim binası da Üsküdar ruhuyla aşırı uyumsuz bir kibir heyulası gibi duruyor. Arz ederim. Anlaşıldığımı farz ederim.
Burası dünya. Burası fâni beyler, daha fazla fenalaştırmayınız.