Ümran Çocuk
Ölmüş diyorlar Ümran çocuk için.
Daha öncesinden içimize oturmuş ve bir daha kalkmamış bir fotoğrafıyla hatırlıyoruz onu.
Altıyüzbin insanın öldüğü bir kan coğrafyasında Ümran çocuk da ölmüş.
Dünyanızın bir özeti olarak ayrılmış dünyanızdan.
Moğol, Timur, Cengiz, Hülagu, Amerika, Rusya, İngiltere, Fransa, Almanya.
Ölmüş işte Ümran çocuk.
Kimler kendi çocuğu yerine koydu onu bir anlığına? Kimler kendi çocuğuna bakarken Ümran’ı düşünüp içinden bir şeyler söyledi bilinmez.
Onun sokağı, şehri, ülkesi ve eh işte dünyası!
Belki artık derin, geniş, zehirsiz, bombasız nefesler almaya başlamıştır Ümran çocuk.
Hani ‘kurtulmuştur’ diye bir kelime var bilirsiniz.
Bilirsiniz ve daha neleri biliriz. Yeter mi bir gidişin ayak izlerini takip etmeye bildiklerimiz.
Dünyada ne çok bomba var.
Dünyada ne çok büyük var.
Cennette ne çok çocuk var.
Çocuk gidince açılan büyük boşluğun içinden sormalı: çocuk sesleri olmayan bir dünyada ne var, ne var, ne var?
Fazla masum bir çocuk için fazla zâlim bir dünya.
Kelimelerden bir şey yapıyorduk. O da kaybedebiliyor anlamını.
Biraz şey lâzım bana, sana, dünyaya. Adı neydi unuttum.
Sağ kalma içgüdüsü
(...) insanın otomatik bir sağ kalma kodu yoktur. Tüm diğer canlı türlerinden farkı, alternatifler karşısında isteğe bağlı seçimleriyle hareket edebilmesidir. Kandisi için neyin iyi, neyin kötü olduğu konusunda otomatik bilgilere sahip değildir. Hayatının hangi değerlere bağlı olduğunu, ne gibi eylemler gerektirdiğini bilmez. Şu anda sağ kalma içgüdüleri hakkında bir şeyler mi mırıldanıyorsunuz? Sağ kalma içgüdüsü, tam da insanın sahip olmadığı şeydir. ‘İçgüdü’ yanılgısısız otomatik bir bilme biçimidir. Bir arzu, içgüdü değildir. Yaşamayı istemek, size yaşamak için gerekli bilgileri getiremez. İnsanın yaşama isteği bile otomatik bir şey değildir: bugün sizdeki gizli kötülük, o arzuya sahip olmayışınızdır. Ölümden korkmanız yaşamı sevmek demek değildir, size sağ kalmak için gerekli bilgileri kazandırmaz. İnsanın bilgiyi edinmesi ve eylemlerini seçmesi ancak düşünme süreciyle mümkündür, bunu da doğa ona zorla yaptırmaz. İnsan kendi kendinen yok edicisi olma gücüne sahiptir...tarihin en büyük bölümü boyunca da böyle hareket etmiştir. (...)
İnsan kendi seçimiyle insan olmak zorundadır. Hayatına kendi seçimiyle değer vermek zorundadır. Onu devam ettirmeyi, kendi seçimi olarak öğrenmek zorundadır. Kendine gerekli olan değerleri kendi seçimi olarak keşfetmek, iyi eylemleri kendi seçimi olarak uygulamak zorundadır. Ayn Rand-Yeni Entelektüel için-Plato yay. Çev.: Orhan Düz-Belkıs Dişbudak
Taksici Esnafı
Bu defa ne oldu, diyeceksiniz. Maalesef duyunca şaşırmadığımız bir şey olmuş.
Sabiha Gökçen havalanındaki bir takım taksici esnafı örgütlenerek “Akbil dışarı” sloganları eşliğinde İETT şoförlerine saldırmış.
Yani? Yani kendisine çalışması için orada imkân tahsis edilen taksici ‘esnafı’ kamu hizmeti yapan otobüslerin görevlilerine saldırmış.
Yani? Vatandaşa, “onbeş-yirmi lira vererek evine gidemezsin, mutlaka benimle yüz-yüzelli lira bayılıp gitmek zorundasın” demiş.
Belki başka şeyler de demişlerdir. Zaten trafikte her birimize her gün diyorlar.
Vatandaş ne demiş? Bu taksici esnafını terminal dışına alın, demiş.
Taksiciler odası ve diğer ilgili/yetkililer ne yapmış? İşte bunu bilemiyoruz.
İstiklâl / Tarlabaşı
Geçen akşam bir arkadaşım alı al moru mor geldi.
Tarlabaşı civarında caddenin her iki tarafında da resmî/gayriresmî arabasını park edecek bir yer bulamamış. Bulduğu bütün boşluklarda da daha park etme çabası içindeyken karanlık tipler yaklaşıp ‘kibarca’ çek arabanı! diye uyarmışlar.
“İspark, emniyet, belediye vs vs...hak getire” dedikten sonra sözü İstiklâl’in ana caddesinde ve ara sokaklarda indirilen çok sayıda kepenge getirdi ve her şeyin birbiriyle ilgili olduğunu söyledi.