Seçim şiddetli şekilde bitti
Bitti işte bütün seçimler gibi.
H. Clinton değil, D. Trump seçildi Amerika’da.
“Kendime toz su aldım ama neyle sulandıracağımı bilemiyorum” diyen adamı hatırladım.
Araştırma şirketlerinin yayınladığı kimi bilgilere göre seçmenler bile bu sonuca inanamıyormuş.
Trump inanıyor mu, ona bakmalı.
Kimler sevindi, kimler üzüldü bu sonuca?
Dünyanın karşı karşıya kalacağı yeni ekstrem yaklaşımlar ne olacak? Yükselen ve alçalan şeyler ne olacak yeni dönemde?
Olup bitenler bizi yakından ilgilendiriyor mu, yoksa hiç umrumuzda olmamalı mı?
Trump’ın yaptığı ‘balkon’ konuşmasındaki ‘bütün Amerikalıların başkanı olacağım’ vurgusu size de ‘tanıdık’ gelmedi mi?
Bir de şu yok mu: Dünya mı Amerika’yı etkiliyor, Amerika mı dünyayı? Ve bu etkileşim zayıflar ve güçlüler için hangi sonuçları doğuruyor?
Doların üzerindeki “Tanrı Amerika’yı korusun” ibaresi zaman zaman “Tanrı Amerikalılardan korusun” şeklinde bir dileğe dönüşüyor mudur bir Amerikalı için bile.
Trump, çelişkiler ve uçlarla dolu söylemlerinden sonra kucağında bulduğu Başkanlığı yürütürken, ne ölçüde sistemin dışında, bireysel ve ‘uç söylemleriyle’ kalabilecek, bilemiyoruz.
Dahası bu seçim Amerika’nın yeryüzü varlığında neyi değiştirecek?
Ve yine o meşhur tesbitten hareketle soralım: seçimler bir şeyi değiştirse Amerika’da bu seçimlerin yapılmasına izin verirler miydi?
Bilemiyorum, hiç bilemiyorum.
Mareşal Ferdinand Foch, uzun zaman önce şöyle demişti: “Bir tümgenerali eğitmek 15.000 zayiata mal olur.” Bir Amerika başkanını eğitmenin zayiat sayısını ise ne yazık ki henüz bilemiyoruz.
Korkusuz Kirpiye Övgü
(...) Dikenliyim, yaradılışım öyle. Yanıma yaklaşıldı mı tortop olurum. Bu yanıma yaklaşanlar, ister kedi, ister köpek, ister insan olsun...Bir kez, insanlara akıl erdiremiyorum. Cırnakları gözükmüyor, yok belki de. Sonra öbürlerinden çok daha ağır kanlılar. Ama bu yüzden de ne yapacaklarını hiç mi hiç kestiremiyor, apışıp kalıyorum karşılarında. Onların başka yerlerinde, bir gücü, bir savuntu, ya da bir dikenleri var ama ben yerini çıkaramadım...
(...)Dostlarımız var mı, bilmiyoruz. Niye? Merak bile etmedik de ondan. Kim yaklaştıysa yanımıza...Söyledim zaten...bu önemli soruya karşılık verecek durumda değilim şu anda. Ama bildiğim bir şey var: Korkumuzu azaltmalıyız. Azaltmak için de dolaşıp gezmeli, gerçek tehlikelerle karşılaşıp bu tehlikelerden kurtulmanın yolunu bulmalıyız. Yola çıkarken, yalnız düşmanla karşılaşacağımı düşünüyordum, dostlar da çıktı karşıma. Dostu tanımak için gerekli vakti her zaman bulabilir miyiz? Ben de biliyorum: Yok o kadar vaktimiz. Bilge Karasu-Göçmüş Kediler Bahçesi- Metis Yay.
Çalma şu mereti!
Kendimi, şehirdeki korna kullanımı üzerine düşünürken buluyorum zaman zaman.
Binlerce arabadan, dolmuştan, kamyondan, otobüsten yükselen korna sesleri şehirdeki o bitmeyen uğultunun bileşenlerinden yalnızca biri. Nadiren gemi düdüğü işitiyorum ve eskiden Cankurtaran’da iken sık sık duyduğum tren düdüklerini saymazsak bu kornalar bayağı can sıkıcı.
Bir de trafikte ensenizde hiç gerekmediği halde nefes alıp verir gibi bir rahatlık ve kabalıkla korna çalanlar var ki bir başka bahis.
Önünüz tıkalı yahut kırmızı yanıyor ama adam basıyor da basıyor kornaya. Bir sürücü arkadaş böyle durumlar için ya delirmeye ya da cinayete yaklaştığını söylüyordu ki aşırı mı bulmalı, anlamalı mı tam kestiremiyorum. Çözümü de yok gibi eğer bir kulağınız varsa.