Sandığa giderken
Seçim sath-ı mailinin dibini bulduk, yarın seçim var. Evet bir baskın seçimdi ama liderlerin her güne iki-üç miting performansıyla son günlerde normal bir seçim gibi hissetmeye başlamıştık. Bitti kampanyalar. Bitti yalanlar. Bitti sinekten yağ, balinadan yumurta çıkartma çabaları. Öküzün altına buzağı koymalar filan bitti artık. Şimdi 10 saat herkes susacak ve millet konuşacak.
Yeni sistemin aritmetiği seçimin ve liderlerin tabiatını etkilemiş görünüyor.
Kritik geçmeyen hiçbir seçimimiz olmadı ama bu seçim bir çok açıdan sahiden de kritik bir seçim olarak şekillendi.
Ak Parti’nin son 16 yıllık iktidarı ve bu iktidarın memleket için yaptıkları ve bu yapılanların sonucu ortada. Bu iktidar sürecinde içinden geçilen yüksek terör, iç savaş çığırtkanlıkları, darbe teşebbüsü, bombalanan Meclis, sokaklarda düpedüz silahla, tankla öldürülen arkadaşlarımız, vatandaşlarımız da unutulmuş değil.
Diğer yandan karşıt ittifak blokunda benzemezlerin birlikteliği şaşırtıcı gelse de özellikle HDP üzerinden yoğun sis bulutları var.
Cumhur ittifakının da, Millet ittifakının da kendi içinde soru soranları, hatta muhalif olanları var, olması da doğaldır. Çünkü siyaset herşeyden önce insanın doğası ve toplumun yapısal değerleri, sorunları üzerinden yapılıyor. Farklı fikirler her zaman olmuştur, olacaktır ve olmalıdır.
Ama acayip olan şudur: Bir milletin tümünün istikbâli için uygulanacak program hakkında birbiriyle taban tabana zıt söylemler izah edilemez. Bu konudaki yarılma, kafa karışıklığından başka bir şeyi işaret eder. Mesela makro ekonomiye yapacağı katkıları rakamlarla açık olan ve inşâsı süren bir hava alanını ‘ben kapatacağım’, “şu köprüyü yıkacağım, şu kurumu kapatacağım ( o kurum çok değerli bir kurum, şehir hastanelerini iptal edeceğim” gibi söylemlerde gerçekten de memleketin iyiliğini isteyen iki taraftan söz edilebilir mi, pek emin değilim.
Kafa karışıklığı veya söylem farklılığı sadece lokal uygulamalara münhasır değil. Daha temelde toplum ve devlet tasavvuru konularında da hayra delalet etmeyen bakış açıları var. Ama işte, bu böyledir. Uçlarda gözüken ve kimilerine saçma gelen fikir ayrılıklarının temelinde esasen başka temel tasavvur farklılıkları vardır.
Demokrasi hakkındaki sert eleştirel teorileri bir yana bırakarak konuşmak gerekirse özeti şudur: Evet, demokraside çobanın oyu da vardır; evet, ama demokraside manipülasyon veya propaganda sonucu bir aptal da seçilebilir.
Hayatın her ânında olduğu gibi, seçimde oy vermek de bir tercihtir ve bu tercihin sonuçlarına katlanırsınız. Dahası, “nasılsanız, öyle yönetilirsiniz.” Hep olduğu üzere, melekler vardır ama şeytan da boş durmaz.
Bendenize kimse sormasa da şöyle söyleyeyim;
Özellikle -toplumsal bir röntgen işlevi gördüğünü düşündüğüm- sosyal medyadaki yalanın, kötülüğün, şirretliğin, tehdidin örgütlü çirkinliği dehşet boyutlarda. Gerçeği zaten bilinen veya beş dakika sonra ortaya çıkması kesin olan konularda bile pervasızca yalan söyleyebilen –tarafı önemli değil- hiçbir yapıya saygı duymuyorum. Bu yapı üzerinden yükselen bir nefret iktidarının bu ülkeye neler yapabileceğinin yakın geçmişteki yerel ve merkez uygulamalarını da birazcık biliyorum. Uçağa binmenin bile belirli bir zümre tekeline mahsus olduğu günlerden geliyorum. Tüp kuyruğuna da girdim, ilaç kuyruğuna da. 1994’ten bu yana toplum olarak neleri kazanıp neleri kaybettiğimizi uzun uzun düşünüyorum. Hendek terörünün hemen öncesi ve sonrasındaki kan banyosu günlerini de unutmadım.
Ve elbette bütün çekincelerimi koruyarak tercihimi yapıyorum, sandığa bu duygularla gidiyorum. Sandıkta bir ampul yanacak kafamda galiba. Hissediyorum.
Oy, gök girsin kızıl çıksın. Milletin iradesi ne surette sonuçlanırsa sonuçlansın, laf söylenmesin.
Pazartesi milletimiz için iç açıcı, güzel bir güne uyanalım. Lütfen yani.
Liderlerin test sürüşü
Keşke liderlerin de test sürüşü olsa değil mi ama. O zaman Hanya’yı Konya’yı daha kısa sürede anlayabilirdik. Yani anayasaya bu konuda bir hüküm koyulamaz mı acaba? Bir denesek dünya demokrasi tarihine de acayip bir katkıda bulunmuş olmaz mıyız?
Sandık öncesi bir bakış
Daha çok finans analizleri ile ilgilenen ve Doktor ünvanı da bulunan bir arkadaşım ( Murat Turgut) dün akşam şöyle bir düşünce zinciri yaptı. Aynen alıyorum:
YOLA DEVAM...
Değerli Arkadaşlarım, Büyüklerim ve Sosyal Medyadaki Takipçilerim. Bugün dolardan pariteden ya da İMKB den bahsetmeyeceğim. Bu nedenle salt bu konuları merak edenleriniz varsa yazının geri kalan kısmını okumadan mesajı silebilirler.
Şimdi;
-Gün neticede seçim günüdür. Doların değeri borsanın durumu patatesin soğanın kaç lira olduğu elbette önemlidir ama bugünün konusu değildir. Aslında bu ve benzeri şeyler bu seçimin konusu hiç değildir.
-Gün hesap günü değildir. 16 yıl süren bir iktidar mutlaka yıpratıcıdır. Aksini kimse iddia edemez. Ama aslında gün iktidarların ya da siyasi partilerin sorgulanacağı bir gün de değildir. Hele hele gündelik kaygılar ile karar verme günü hiç değildir.
-Gün Fırat’ın doğusunda 5000 tırla yığınak yapmış ve zayıf kaldığımız gün saldırmayı bekleyen ABD-PYD-PKK sorunu ile yüzleşme ve cevabını verme günüdür.
- Gün yurtdışında ve içinde hazırda bekleyen FETÖ adı altında örgütlenmiş her türlü vatan haini ve işbirlikçiye dur deme günüdür.
- Gün tamamlanması için zamana ihtiyacımız olan Hava savunma sistemlerimiz ve toplam savunma sanayimiz için zaman kazanma günüdür.
-Gün boy boy dergilerinde hedef göstererek alenen düşmanlıklarını gösteren AB birliğine “siz ortak biz sadece pazar” olamayız deme günüdür.
- Gün 15 Temmuz’un rövanşını almak isteyenlere biz hâlâ tankların ve köprünün üstünde ‘nöbetteyiz’ deme günüdür.
- Gün şahsi menfaatlerimizi mustevlilerin emelleri ile birleştirmeyi asla aklımıza getirmeden yola devam etme günüdür.
- Heyhat gün Anadolu kıtası büyüklüğündeki dava taşını gediğine koyma günüdür.
Bu vesile ile seçimde ben oyumu söz konusu vatan ise gerisi teferruattır diyerek “istikrar” lehine kullanacağım. Bu kişisel tercihimle ilgili sanal ortamda herhangi bir kritiğe cevap vermeyeceğimi ifade etmek istiyorum.
Her birimizin oyunun ziyadesi ile önemli olduğu bir seçim yaşayacağız. Bu bilinç ile vatana sahip çıkmanın demokrasi kavramının çok çok üstünde ulvi bir görev olarak algılanmasının doğru olacağını düşünmekteyim.
Görelim Mevlam neyler
Neylerse güzel eyler