Masada bir zeytin
Adamım ahşah kırmızı masaya beyaz bir tabak içinde tek bir zeytin tanesi koydu; ışıldayan siyah bir zeytin.
Sonra sandalyesine oturup zeytine bakarken masaya davetsiz bir misafir olarak Trump geldi ve oturup ayaklarını sallandırmaya başladı boşlukta.
Şaşırmamış gibi yaptı adamım, Trump’ın saçlarının rengiyle hiç uyuşmayan ayakkabılarına ve Kudüs’lü cümlelerine bakarken.
Bir zeytin tanesinin yanına ne konmalıydı ki zeytin kendini iyi hissetsin diye düşünen adamımın omzuna bir el dokundu. Omuzuna dokunulduğu yere dönen adamım kimseyle değil de Halep görüntüsüyle karşılaştı. Çocuklar, eller, ayaklar, dünyadan çekip gitmiş yüzler, enkazlar, yaralı çocuk taşıyan yaralı çocuklar, bombalanmış hastaneler...Şen olmayan bir Halep ve artık bir şey olmayan bir Dünya!
Gözlerini acıyla masaya döndüren adamım yeniden zeytin tanesine odaklanmaya çalıştı. Beyaz tabaktaki zeytin tanesi binlerce görsel engelin arkasına saklanmış gibiydi. Bazan görülüyor gibi oluyor, birden karıncalanıyordu sonra.
Bir dilim ekmek, bir bardak demli çay, bir beyaz masa örtüsü. Ne derdi zeytincik buna? Ya Trump? Ne zaman çekip gidecekti acaba şu sallanan bacaklarını da alıp.
Peki kredi derecelendirme notunun piyasalarda ve siyasetteki yansımaları haberlerinin ulaşmadığı bir çift kulak ve bir çift göz bulabilecek miydi adamım? Bunun için nereye bakmalıydı?
İnsansız hava uçakları ile hava uçaksız insan arasındaki gerilim noktalarının bitmek bilmeyen koordinat hesaplamaları.
Bir çocuk oyun parkı tartışmasının çöpleri, geri dönüşüm gündem atık merkezine gönderilirken daha kaç tuzaklama yapılıyordu karanlık köşelerde, sayılamıyordu.
Soğukların ve yağmurun birden bastırdığı ve kısaldığını da artık iyice hissettiğimiz günlerden geçerken, her sonbaharda İbrahim’le birlikte andığımız o bilinen şiirin bilinen mısraları düşmekte dilimize:
“Günler kısaldı. Kanlıca’nın ihtiyarları
Bir bir hatırlamakta geçen sonbaharları”
Kanlıca oracıkta öylece dururken, her yıl yeni ihtiyarlar gelip ekleniyordu o arttığını mı yoksa eksildiğini mi kestiremediğimiz yekûnun üstüne.
Ahşap kırmızı masanın üzerindeki beyaz tabağın içinde bulunan zeytin taneciği biliyor muydu acaba, adamım kendisine bakmasa öylece solup büzüşüp gideceğini, bunun da kimsenin umurunda olmayacağını?
Biliyordu galiba.
Bunu biliyor olmalı ki zaman zaman kayboluyor gibi gözükse de ışıklı bir siyahlığa bağlı olarak arada bir yaptığı çakarlamalar bunun zeytunî bir göstergesiydi.
Adamım gidip eline bir çatal aldı kaşıklıktan.
Sonra bir bardak soğuk su.
Masaya oturdu ve elinde tuttuğu çatalla zeytine uzun uzun baktıktan sonra çatalı uzatıp batırdı suya.
Su şaşırmadı. Zeytin ışıldadı yeniden. Şiir kımıldadı.
Süleymaniye’de Su Sesleri
Bugün sağ üst köşede gördüğünüz fotoğrafı geçtiğimiz Cuma Süleymaniye’nin iç avlusunda çektim.
Câminin iç avlusunun görkemli batı kapısından girip câmi giriş kapısına ilerlerken duydum su sesini. Otuz yıldan fazladır yanından geçtiğim sessiz şadırvandan geliyordu ses. Hemen zarif demir parmaklıklardan birine yaklaşıp iç avludaki bu sessiz, işlevsiz (!) ve bu hâliyle tuhaf bir mezar gibi duran mermer ve üstü kapalı, dörtgen eserin içine baktım.
Aman Allahım! İçeride bir su şehrayini, bir su cümbüşü yaşanıyordu. Harika bir su sesi kulaklarımızın pasını silerken, yerden, gökten, yani şadırvanın adeta her yerinden su fışkırıyor, kaynıyor, akıyor, cevelân ediyordu.
Ne olmuştu acaba?
Kim bu artık bir mezar, bir türbe gibi algılanmaya başlayan bu eseri kendi aslî hüviyetine döndürmeyi akıl etmiş, bu zarif hayatiyeti yeniden yürürlüğe koymuştu?
Kütahya Ulu Camii’nin avlusunda bulunan zarif su dairesinden sonra burada yeniden küllerinden doğan bu güzelliğin arkasında kim yahut kimler vardı?
Gündemin boğucu rutini içinde bu ses, bu iş bana çok iyi geldi. Gidip bakan herkese de iyi geleceğine eminim. İlgililere ( artık Vakıflar mıdır, Diyanet midir, her ikisi midir bilemiyorum) bu muhteşem yapının avlusundaki bu güzellik için teşekkür ediyorum.
Aynı hassasiyeti Mardin’deki bir kaç câmi ve medrese içindeki çok zarif , çok güzel su uygulamaları için de beklediğimi belirtmek isterim. Daha önceki gidişlerimde görüp şaşırdığım ve çok sevdiğim su uygulamaları, geçen haftaki son seyahatimde ne yazık ki artık yoktu. Yüzlerce yıldır akan sular artık akmıyordu. Bu kadar muhteşem bir güzellik, neden yok olsun. Küçük bir çaba, o eserlerin içindeki su yollarını yeniden neşelendirecek, oradan akıp giden su bakanlara inşirah vermeye devam edecek.
Böyle, kim bilir nerelerde ihmâl edilen ne güzelliklerimiz var.
Ömür boyu garantili tesbih
Bir dost ortamında tesbih meraklısı bir arkadaşım elindeki kehribar tesbihi gösterip şöyle dedi: “ Bu tesbih ömür boyu garantili.”
Sonra da açıklama bekleyen arkadaşlar için devamla şu bilgiyi verdi: “ Bu tesbihi çeken usta, bu tesbihe ömür boyu garanti veriyor. Yani herhangi bir sebeple, tesbihiniz dağılsa ve mesela kimi taneleri yahut imamesi kaybolsa, kırılsa, tesbihin kalan kısmını ustaya götürdüğünüzde, usta tesbihi tamamlayıp, dizip size yeniden veriyor ve bir ücret almıyor.”
Dinleyen arkadaşlar, mesleğini bu kadar seven ve itibarını koruyan bu ustayı çok sevdi.