Leb demeden Çorum
Merzifon’dan Çorum’a doğru inerken geceydi ama gecenin içinde bile bir inşirah, bir gönül havalanması vardı.
Sabah dolaşmaya başladığım çarşı pazarda herkes kendi işinde gücünde, ekmeğinin peşinde, çayında kahvesindeydi.
Saat kulesinin her yanı tepeden tırnağa küçük bayraklarla donatılmıştı, galiba yüksek oranda çıkan “evet” sonucunu kutlamak için.
Amma da çok leblebici vardı. Envai çeşit leblebi satan yüzlerce dükkân, şehirdeki leblebi üretimi değil ama tüketimi konusunda ilginç sonuçlar gösteriyordu.
Veli Paşa Camii’nin hemen karşısında bulunan Veli Paşa Konağı’nın harika mimarisi ve bahçesinden yayılan dinginlik hissi öyle kolayından bulunabilecek bir atmosfer değildi. Ve burada muhtelif çalışmalar, atölyeler gerçekleştiren hanımefendiler, ince mi ince tekniklerle ‘Kadın Kültür Merkezi’ levhasının içeriğini çiçeklendiriyordu.
Bir sofra da kuruldu konağın zarif odalarından birinde.
Kültür ve eğitimle ilgili dostlarla sürüp giden sohbet, ister istemez edebiyata, edebiyatçı dostlara, kimi ortak ahbaplara takılıp kaldı.
Bir çok büyük şehrimizde olmayan bir büyüklük ve işlevsellikteki Buhara Kültür Merkezi’nde çocuk dostlarımızla masallar/gerçekler etrafında gerçekleşen buluşmada da yüzlerce kuş havalandı salondan, hep olduğu gibi.
Gürül gürül akan hayatın içine yeniden girdiğimde bir çok Anadolu şehrinde gördüğüm ikilemi burada da gördüm; Eski dünyanın sürprizli, uyumlu, tekdüze olmayan ticaret ve yaşama biçiminin cıvıltılı çarşı düzeni ile; bir alana heyula gibi kondurulmuş AVM’nin henüz oturmamış ve şehirle imtizac etmemiş bir başınalığı.
Murad-ı Râbi Ulu Camii’nin bahçesinde açan lâleleri gören iki adamdan biri diğerine şöyle soruyordu: Bu lâleler yapma mı, essah mı? Essah, diyordu öbürü. Ve bu gerçekliğe şaşırıyordu diğer adam. Bu arada gazetedeki bir haber ilişiveriyordu gözüme: İstanbul’a 26.5 milyon lâle dikildi.
Ve devamında gazete haber ve yazı başlıkları peşpeşe geçerken cinayet, mühürsüz pusula, geçersiz falan filan, yeni gezi hayâli, şu bu… Sonra bir gazetenin ilk sayfasında ana muhalefet liderinin sözü: “Bu seçimi tanımıyoruz.” Hayır bayım, siz, bu milleti tanımıyorsunuz?
Zaman, Anadolu’da genişleyen içeriğine rağmen nasıl da çabuk geçiyordu.
Gece Samsun’a doğru ilerlerken Amasya’da verilen çay molasında çok eskilere gittim, ırmağın iki yanındaki bu eşsiz şehrin güzelim evlerine bakarken. Yukarıdaki kaya mezarları da binlerce yıldır bakıyorlardı bu şehrin içinden geçip giden bu güzel ırmağa.
Amasya gibi bir şehri bile göremiyorduk sanki, lüzumsuz tozdan dumandan laflar, gündemler içinden.
Ne demiş bir muhalefet milletvekili: “Referanduma hayır’ın önde çıktığı 33 ilin nüfusları toplamı, 48.6 milyon. 79.8 milyonluk Türkiye nüfusunun yüzde 61’i ediyor. Ne diyelim buna?”
Evet soru aynen bu.
Ne diyelim bilemedim.
Neyse ki Anadolu’da bitmeyen güzellikler, canım ayrıntılar ve dost gönüller var da, kimi turfanda hışırlıklar şöyle bir gelip geçiyor.
Yoksa ömür mü dayanır? Ya Hû?
ANONS
Bugün başlayıp yarın da devam edecek olan (20-21 Nisan) “Hazreti Peygamber’i Sanatla Anlatmak” sempozyumu çok sayıda akademisyen ve yazar katılımıyla gerçekleşecek. Sakarya ve İstanbul ayakları olan sempozyumu; Sakarya Büyükşehir Belediyesi, Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi ve Sakarya Üniversitesi birlikte düzenliyor.