Kriz mi gelmiş
Ekonomiden anlamayanlarda bile, pompalanan gerçek veya yalan söylentiler sonucu son günlerde bir tedirginlik, bir kuşku havası yaşanmaya başlamış görünüyor.
Kapalıçarşı’da son aylarda kepenk kapatan yüzlerce esnaf haberi alarm kabul ediliyor. Dolar almış başını gitmiş deniyor. İnşaat işi aslında çoktan bitti ama şöyle oluyor, böyle oluyor diye analizler yapılıyor. Alt alta böyle bazı veriler sıralanıyor ve sonra da hüküm cümlesi söyleniyor: Kriz geldi!
Hiç anlamam bu işlerden.
Ama son zamanlar nerede üç kişi konuşurken görsem, konu kendiliğinden buraya akıyor. Ekonomiyle ilgili siyasîlerin birbiri ardına verdikleri demeçler de aslında ortada bir sorun ya da sorun algısı olduğunun somut işareti.
Dün sanayici bir dostumun sabah kahvaltısı davetine icabet ettiğim masanın çevresinde hiç düşünmediğim kimi yaklaşımlar ve ekonomik verilerle ilgili reel şeyler duydum.
Mesela sanayici dostumuzun kendi iş alanı ile ilgili Tunus, Fas, Cezayir gibi ülkelerde türk sanayicisine % 40 kota varmış. “Bu bizim doğal pazar olarak gördüğümüz bir coğrafyada, rakiplerimize karşı (mesela Fransa) sahaya 3-0 yenik çıkmamız anlamına geliyor” dedi. Sonra da ekonomi/politik bürokrasimizin buralarla neden ilgilenmediğinden dert yandı. Haklı mı haklıydı.
Diğer bir dostumuz sağlık turizmiyle ilgili bir alanda bütün dünyaya servis veren yapılarından bahsetti övünçle. Anlattıklarına bakılırsa bu övünç hiç de boşu boşuna bir şişinme değildi.
Her gelen sağlık müşterisinin ortalama 10.000 dolarlık bir harcama yapıp gittiğinden bahsetti. Ama mesela ortalama bir turist herşey dahil tatil için 500 dolar harcayıp gidiyor, dedi.
Ve sonra şöyle sürdürdü bu hiç anlamadığım alanla ilgili konuşmalarını: “Bizim sunduğumuz sağlık hizmeti Avrupa’dan daha kaliteli ve çok daha ucuz olduğu için dünyanın her yerinden buraya konuklarımız geliyor. Bu insanlar burada tedavi olup gittikten sonra bizim kültür elçimiz gibi çalışıp bu ülkenin ne kadar güzel, güvenli ve ekonomik olduğunu anlatıyor. Bizim gibi işletmeler özel bir sağlık turizmi politikası ile arttırılsa, potansiyel olarak şu anda ortalama 20 milyar dolarlık bir beklenti hacmi sözkonusu.”
Reel bir alanla ilgili bu konuşmaları dinlerken, lobi şirketlerine aktarılan paraları ve bunların olumlu/olumsuz sonuçlarını düşündüm. Bir, bu sağlık hizmetleriyle ilgili gerçekleşen sonuçları düşündüm, bir de arka planında zihinsel argüman algısına dayalı lobi yaklaşımlarını. Reel olan elbette daha akıllıca ve işlevsel geldi bu işlerden hiç anlamayan bendenize.
Toplumun birbirine belki de hiç teğet bile geçmeyen çeşitli sektörlerinde neler oluyor böyle diye düşündüm. Sonra siyasal ve düşünsel kompartmanlardaki birbirine yabancı, iletişimsiz yaklaşımları hatırlayınca, bütün bu olup bitenlerin aslında aynı yapının değişik görünümleri olduğunu kabul edip Süleymaniye’ye doğru revan oldum.
Japonya’da bir adam
Ne var bunda diyeceksiniz, Japonya’da bir adam olamaz mı?
Olabilir ve zaten milyonlarca var. Ama bu adam biraz tuhaf bir adam. Tek başına durup orada bir şeyler yapmış ve hâlâ daha yapıyor.
İlk Türk-Japon Dostluk Derneğini kurmuş. Japonlara benzeyen yüz yapısı nedeniyle Japonların büyük sempatisini toplamış. İçine girdiği turizm sektöründeki çalışmalarıyla iki ülke arasında bir köprü rolü üstlenmiş.
Yirmi yıldan fazla bir süredir orada bulunan bu arkadaşın mihmandarlığı sayesinde hem Japon sosyolojisinin satır aralarını, hem de Tokyo’nun sokak aralarındaki değişik değer alanlarından haberdar olduk.
Açlıktan süründüğüm bir sırada bizi götürdüğü Vietnam lokantasındaki harika pilav da olmasa aç kapatacağım bir günün sonunu toparlarken, bir kültür elçisi gibi çalışan dostumuzun anlattığı renkli anıları da hafızamızın bir köşesine kaydettik.
Evet orada bir adam var uzakta; Cem Çakaloz. Gitsek de gitmesek de o bizim oadaki gülen yüzümüzdür. Bin selam.
Süleymaniye’de Aşure Dağıtan Kadınlar
Kimse örgütlemiyor onları.
Büyük bir vakar ve sadelik içinde her yıl Muharrem ayında İstanbul’un değişik semtlerinden Süleymaniye’ye geliyorlar.
Kendi elleriyle hazırladıkları aşûreleri sessizce Cuma namazından çıkan cemaate dağıtıp gidiyorlar.
Yaklaşık onbeş yıldır kesintisiz bu manzarayı izliyorum.
Ne resmiyet, ne gürültü, ne de bir beklenti.
Bu asil ve klas hareketi selamlıyorum.
Bu annelerimizin önünde saygıyla eğiliyorum.
ANONS: Musul... Yaklaşan bir şey var usul usul!