Kendi yolunda yürümek
Bir insanın kendi yolunda yürümesi ne kadar mümkün acaba?
Seçilen yol, tutulan yön, giyilen ayakkabı yahut binilen araca bakarak, bunların seçimini kendimiz yaptık diye, kendi yolumuzda yürüdüğümüzü iddia edebilir miyiz?
Bir de kendi yolunu çizdiğini yahut çizeceğini söyleyenler var, uykuya dalmadan biraz önce. Sonu gelmez bir tartışma konusu olabilir bu kendi yolunda yürümek meselesi. Bazıları bu kendi yolunda yürüme heveslilerine değişik sorular sormadılar mı, sordular: Bir defa dünyanın bütün yollarını gördün mü ki yol seçmekten bahsediyorsun? Âlem deli bir tek sen mi akıllısın ki yoldan çıkıp kendi yolumu seçtim diyorsun? Sen gelmeden önce hazırlanmış yollar bunların hepsi, akıllı ol. Sen önce kendi yolunu seçtiğini söyleyen aklını seçtin mi ki, onun seçtiği bir yolu seçmek olarak algılıyorsun ey alık! Böyle çeşitlenerek devam eden itirazların karşı cümleleri de var elbette. Devletlerin kendi yolunda yürümesi meselesi var bir de. Devlet için bunun mümkün olması, insan tekine göre daha mı zor, daha mı kolay; işin içinden pek çıkamıyorum. Her iki görüş de savunulabilir tabii ki. Sistem, dışarıda bireyin ya da bir devletin kendi başına yürüyebileceği bir yol, yahut bu düşünceyi gerçekleştirme ihtimali bırakmış mıdır? Mesela şimdi zaman zaman yaptığı ‘çılgın’ denemelerle gandeme gelen Kuzey Kore’nin kendi başına bir yolda yürüdüğünü söylememiz mümkün müdür? Veya 97. yıldönümünü henüz kutladığımız ‘Meclis’, açılışından bugüne son tahlilde bu milletle birlikte –içinde yeraldığı/savaştığı sisteme rağmen- kendi yolunda yürüme kararlılığından hiç geri kalmış mıdır?
Türkiye’nin bugün geldiği ve seçtiği nokta, kendi yolunda yürüme iradesinin bir sonucu mudur, yoksa birtakım tesadüflerin sonucu mu? Ve şimdi Türkiye’nin istikâmeti ve akîbeti ile Kuzey Kore’nin istikâmet ve akîbetini düşündüğümüzde gördüğümüz, hissettiğimiz şeylerin aynı olması mümkün mü? Aynı soruyu iki ayrı ülkenin geçmişine doğrultarak sormak da mümkün. Sistem dışı diye bir şeyin olmasının artık mümkün olmadığını söyleyenler doğru söylüyor. Zaten sistemin içinde olmadan ne sistemi değiştirmek mümkün, ne de kendi seçtiğin yolun bir sisteme dönüşme ihtimali.
Havan vardı, içine su doldurup dövdüm işte.
İnsan
Hz. Peygamber, insanları ayırt etmek hususunda “İnsan sözünde gizlidir” dedi.
İnsanların arazisine ev kurma, kendi işini gör, yabancı kişinin işini değil! Yabancı kişi kimdir? Senin toprak bedenin. Senin gama, eleme düşmen de onun yüzündendir.
İnsan bir dağa benzer, dağ nasıl aldanır, nasıl olur da bir yılana hayran olur? Yoksul âdemoğlu kendisini tanımadı, bilmedi, fazilet makamından gelip bu noksan âlemine düşüverdi. İnsan kendisini ucuz sattı. Atlastı, kendisini bir hırkaya yamadı gitti!
Sıkıntı içinde bulunan bir mahpus nasıl olur da başka bir mahpusu kurtarabilir? Dünyadakilerin hepsi de mahpustur, zindandadır. Şu fâni dünyada ölümü bekleyip dururlar. Pek nâdirdir öyle bir adam ki bedeni zindanda, ruhu yedinci kat gökte olsun. Hz. Mevlâna- Can Kulağını Aç- Hazırlayan: Adem Sertel-Semerkand Yay.
Paris’ten sevgilerle
Fransa ilk tur başkanlık seçimlerinin sonucu Paris sokaklarını biraz gerdi ve daha da gereceğe benziyor.
Mösyö ve Matmazel’in Le Pen’le imtihanı bitmedi.
İkinci turda çıkacak sonuçların sadece Fransa’yı ilgilendirmediği çok açık; Trump nasıl sadece Amerika’yı ilgilendirmediyse.
Fransa’daki bir sandıktan “Erdoğan gel bizi kurtar” mealinde bir oy pusulasının çıkması ise duygusal geçişkenliğin politik bir yansıması.