İstanbul’a saplanan ucube hançerler
İstanbul ve çirkin yapılaşma ile ilgili bu benzetme bana ait değil.
Başbakanımız, taşıdığı derin sembolik anlamı da tercih ederek Süleymaniye’nin bahçesine kurulan kürsüde yaptı bu benzetmeyi. “ Bir daha hançer gibi yapılar İstanbul’a yapılmayacak” dedi.
9/16 ve Gökkafes gibi bazı kötü şöhret sahibi binaların adını da zikrederek yapılan bu değerli konuşma, Mimar Sinan’ın kabrinin bir kaç metre yakınında yapıldığı için ayrıca ilginç geldi bana.
Şehrin diğer sorunları yanında bir engel tanımadan yükselen gökdelen sorunu, her gün bir yenisi yapılan gökdelenlerin gölgesinde yıllardır tartışılıyor.
Silüet deniyor, estetik deniyor, psikolojik plaza sendromu deniyor, kuzeyden gelen rüzgârların kesilmesi deniyor, altyapı sorunu deniyor, gitsinler Beylikdüzü’nde yapsınlar deniyor... Bir ton şey deniyor.
Coğrafi olarak Türkiye’nin 1/5000’ine, nüfus olarak ¼’üne tekabül eden İstanbul...
Çoktan ‘yönetilemez şehirler’ sınıfına giren İstanbul.
Aziz şehir mi dediniz, Dersaadet mi dediniz?
Cumbalı evler, “Beylerbeyi’nde teşrifat, Çengelköy’de zerzevat, Kuzguncuk’ta haşerât” mı buyurdunuz?
Oradan yükselen bir tambur sesi, mehtapta suları şıpırdatan bir çift kürek, Çamlıca’da atan bir kalp, Mısır Çarşısı’ndan bir tutam taze zencefil...
Uzayıp giden bir çağrışımlar bahçesi.
Bitti mîrim, bitti.
Sonra buldozerler. Sonra ahşap evlerin, yüz yıllık ağaçların devrilişi. İnsanların, anlayışların başkalaşması, şehrin kimlik değiştirmesi ve her şeyin hızla geçmiş rüyalara dönüşmesi.
“Her şeyi gördüm ve içim rahat” değil.
Başbakanımızın şehir için yaptığı özel konuşmasını çok değerli buluyorum. Bir daha İstanbul’a hançer gibi saplanacak yapılara izin verilmeyeceği vurgusu harika.
Ancak bir şeyi aşırı merak ediyorum: Şimdiye kadar İstanbul’a saplanan ‘ucube’ hançerler ne olacak? O hançerler çıkarılacak mı? Yoksa şehir ve şehirdekiler o saplanmış hançerlerle yaşamaya devam mı edecek?
Bu güzel meydanı (Aksaray) yeniden istiyoruz.
Fatih Camii’nin çınarları
Ömrüm Suriçi’nde geçti diyebilirim. Fatih Camii ise hemen her gün önünden, içinden, yanından geçtiğim özel bir mekân oldu. Geçtiğimiz yıllarda Fatih Camii’nin avlusundaki ulu çınarlar kesilirken içim parçalandı. Çevre düzenlemesi bittiğinde o çınarlı, kubbeli mavi bir liman gibi olan bahçenin bir çöle döndüğünü gördüm. Çocuklar, yaşlılar, kediler, köpekler, hepimiz o avluda güneşin ve yeşilsizliğin ortasında savunmasız öylece kalmıştık. Bilimsel analizlerin dediğine göre o çınarların kökleri caminin temellerine zarar veriyormuş. Olabilir, dedik ve bağrımıza taş bastık.Ama ben şimdi jeoloji sahasında katıksız uzman bir bilim adamından caminin temelleri ve o temellerin de öncesine dair çok çarpıcı ve ikna edici açıklamalar dinledim. Şimdi o kendisi de birer tarihi eser olan canım ağaçların boşuna kesildiğini düşünüyorum. Merak eden ilgili kaldı mı, bilemiyorum. Kaldıysa buyursun...
Bir annenin ardından...
Bazı bayramlarda Gökhan’la İnegöl’de buluşur, İshak Paşa Camii’nin bahçesindeki asırlık çınar ağaçlarının altında peşpeşe çaylar içer ve sonra evlerine giderdik.
Annesi Hanife Hanım bizi sıcak, içten bir nezaket ve gülümseyişle karşılar, o tek katlı güzel evin içine buyur ederdi. Her köşede bir kaç saksının bulunduğu evin içi çiçek bahçesi gibiydi. Evin arka bahçesi ise yüzlerce çiçeğin olduğu bir çiçek ormanı.
Sonra çay yahut kahve içerdik. Hâl-hatır sorar, o evden kendi evimden ayrılıyormuş gibi ayrılırdım. İnegöl benim için biraz da Gökhan Özcan’la buluşup o eve gitmek, o çiçekler içindeki saygıdeğer Hanife Teyze’nin duasını almaktı.
Hanife Özcan Hanımefendi Pazar günü Rahmet-i Rahmana kavuştu. Dün dostlarla İnegöl Hamidiye Camii’nde kılınan cenaze namazını müteakip kendisini sonsuz çiçek bahçesine uğurladık; Cennete. Çiçekler içinde kalsın. Gökhan Özcan ve eşi Vildan Hanım başta olmak üzere, bütün sevenlerinin başı sağolsun.